23 Temmuz 2023 Pazar

Kaç aradaşın var?

 https://www.instagram.com/p/ChkQjJ3qtUK/?utm_source=ig_web_button_share_sheet&igshid=MzRlODBiNWFlZA==

Canımın içi, seninle kısa bir sohbet etmek istiyorum. Daha doğrusu ben söyleyeceğim, sen dinle. İlk fırsatta ben de seni dinlemek isterim.  

Kaç arkadaşın var?

Yok, sosyal medya arkadaşlarını kastetmiyorum; gerçekten kaç arkadaşın var?

 

Gece saat üçte arayabileceğin kaç arkadaşın var? 

Borç isteyebileceğin kaç kişi var? 

Seni kötü(lük)lerden saklayacak kaç dostun var?

Senin için risk alacak kaç ahbabın var?

Yolda kalsan arayabileceğin kaç sevdiğin var?

Yatağa düşsen bakacak kaç habibin var?

Evsiz kalsan sahip çıkacak kaç yarenin var? 

Sana dua eden kaç yarin var? 

Sözüne inanan ve güvenen kaç insan var?


İnsanın arkadaşı bazen ailesinden de önemli olabilmektedir. Çünkü arkadaşımızı seçebiliyoruz ama akrabamızı biz belirlemedik. Çünkü ailemiz ‘bize rağmen bizledir’ çoğunlukla; arkadaşımız ise ‘biz olduğumuz kadar bizledir’. Biz ne kadar arkadaş isek o kadardır onlar: bizi bize yansıtırlar yani... Ailemizle paylaşmadığımız dertlerimizi ve sırlarımızı arkadaşımızla paylaştığımız olur. Onun için bu arkadaşlık meselesi üzerinde derince düşünmeye değer. Bu konuşmayı çocuğuma yapıyorum. Onun için "sen" olarak hitap edeceğim.

Kendi listeni oluştur ve bir yere yaz. Belki sen bu dünyadan gittikten sonra bakılmasını isteyebilirsin. En iyisi sevdiklerine onları sevdiğini söylemektir. Ama bazen bunu yapamazsın. Fitne durumunda bu zordur mesela... Zamanla listende değişiklikler de olacaktır. Kişilerin dereceleri değişecek, bazıları  çıkacak, bazı yeni arkadaşlar eklenecek. Esnek ol.

Hattı zatında sonsuz sayıda arkadaşın da olamaz. Sosyal medya arkadaşlarını yine hariç tutuyorum. Onlara "İrtibatta olunan kişiler" demek daha uygun zaten... Yukarıdaki sorularıma cevap verip bir liste yaptıysan listendeki kişilerin en çok iki elin parmakları kadar olmasını bekliyorum. Eğer daha fazlaysa seni tebrik ederim! Yine de erken sevinme; sınamadan bilemezsin. Dinci münafıklar ve faşist Ergenokoncuların millete yaptıkları kumpasla hapse girdiğimde en sevdiğim iş arkadaşım ve dostum irtibatını kesmişti benimle mesela. Bir dostum ise bazen gece yarısı arayıp konuşmak istediğini söylerdi. Dostluklar olaylarla test edilir. İnsan çaya  benzer; sıcak suyun içinde demlenene kadar gerçek rengini bilemezsin.

Diğer taraftan, bir kişinin stabil ilişki sürdürebileceği azami insan sayısının 150 olduğu belirtilmektedir (1). Dolayısıyla irtibatta olduğun kişi sayısı arttıkça ister istemez tercihler yapmak zorunda kalacaksın. Arkadaş sayın 300 olmuşsa hepsiyle sürekli ilişki içinde olman mümkün olmayacaktır. Hepsini araman, hatırlarını sorman, doğum günlerini, bayramlarını tebrik etmene imkan yoktur. Bunun farkında olarak yaşarsan daha az ızdırap çekersin.

Kaldı ki, arkadaş listeni bilinçli olarak da güncellemende fayda var. Tıpkı beğenmediğin bir yemeği yememek veya hoşlanmadığın bir kitabı okumamak gibi... İhtiyacın olduğunda sana faydası olmayan, hatta zararı olan arkadaşlarını sırtında taşımayı bırak. Yükünden kurtulman gereken sahte arkadaşların da olabilir. Onların enerjini tüketmelerine izin verme. Zamanını, değecek insanlara harca. Ispanaktan yağ çıkmaz. Arkadaşlık zaman ve emek ister. Öylelerinin gerçek arkadaşlarına harcaman gereken zaman ve emeği çalmalarına izin verme!

Yirmi yıl kadar önceydi. Cep telefonları yeni yaygınlaşıyordu. Kişinin acil durumlarda aranmasını istediği bir numarayı telefon rehberinde "Acil" (Emergency) olarak kaydetmesi kampanyası başlatılmıştı (2). O günlerde ben de bir dostumu rehberime bu şekilde kaydettim. O gün bu gündür o numarayı değiştirme ihtiyacı hissetmedim. "En sevdiğin arkadaşın kim?" sorusuna cevap vermek zorunda değilsin (😇) ama yine de kendine acil durum dostunun kim olduğunu sor.

Arkadaşlık konusunda belirtilmesi gereken başka bir husus da arkadaşlığın iki yönlü oluşudur. Hani anlatılır ya: Adamın birisi bir beldeye gitmiş. Meclistekilere sormuş 

- "Buranın insanları nasıldır?" Bir ihtiyar cevap vermiş;

+ "Geldiğin yerdekiler nasıldı?"

- "Çok kötüydü."

+ "Buradakiler daha da kötüdür".

Adam gitmiş, yeni taşınan başka birisi gelmiş. O da aynı soruyu sormuş. Yine ihtiyar demiş;

+ "Geldiğin yerdekiler nasıldı?"

- "Çok iyiydi."

+ "Buradakiler daha da iyidir".

Kıssanın özü, sana yönelik davranışlar büyük oranda senin aynandır. Sen iyiysen dostların da iyidir. 

Dostluk teklifinin karşıdan gelmesini bekleme. Karşılaştığın insanlara gülümse. Hediyeleş. İnsanların özel günlerini kutla. Selamı yay. Böylece dost çevreni geliştirmek için aktif bir çaba içerisinde ol. Göreceksin, arkadaş listen baş edemeyeceğin kadar büyüyecektir.

Almanya'dan bir örnek vermek istiyorum. Malum, Almanlar disiplinli ve soğuk olarak bilinirler. Hatta bir atasözü "Kızmamak övgü olarak yeterlidir" der (Nicht geschimpft ist gelobt genug). Oysa Almanlarla çok candan dostluklar kurmak mümkün. Ben üç yıllık Almanya geçmişimde bu tür dostluklar kurabildiğimi mutlulukla söyleyebilirim. Ancak, yeni geldiğim günlerden bir gün Alman arkadaşımla aramda şöyle bir konuşma geçti:

- "Apartmana taşındım, kimse kapımı çalmadı. Ne kadar soğuk insanlarınız var!"

Bana şu cevabı verdi:

+ "Bizde bireysel haklara çok önem verilir. Yeni taşınan kişi rahatsız edilmek istemeyebilir. Ayrıca yabancı uyruklu birisinin kapısını çalıp kim olduğunu, nereden geldiğini sormak ırkçı ve ayrımcı olarak algılanabilir..."

Sonradan öğrendim ki, burada şöyle de bir adet varmış: Bir mahalleye yeni taşınan kişi taşındığını duyurur ve komşularını davet ederse (Einweihung) herkesin gelmesi ve tuz ve ekmek getirmesi adettenmiş (3).  Diğer bir deyişle, komşuların yeni taşınana hoş geldine gelmeleri için önce kişinin komşularını davet etmesi icap ediyormuş.

Arkadaşlarını hangi kategorilere ayıracağın ve nasıl etiketleyeceğin sana kalmış. Ben Twitter takipçilerime sorduğumda çoğunluğun dost ve yoldaş kelimelerini tercih ettiklerini gördüm (4). 


Senin de dost ve yoldaşlarının çok olmasını diliyorum. Sınanmış ve iki taraflı onaylanmış gerçek dostlukların olsun. 

Unutmadan önemli bir hususu daha vurgulamak istiyorum: Baştaki soruların hepsinin tersi de söz konusu. Seni kaç kişi arkadaşı olarak tanımlar? Senin için dua eden kaç kişi var? Sen arkadaş olmaya layık mısın? Unutma ki, sen azami 150 kişi ile aktif ilişki sürdürme kapasitesinde olsan da seninle dost olmak isteyenlerin sayısı daha fazla olabilir ve iyi bir insansan öyle de olmalıdır.

Bu konuda son söz Aşık Veysel'den gelsin: Benim sadık yarim kara topraktır.



İyi düşünmeler...

 

1: Wikipedi. Dunbar's number. https://en.wikipedia.org/wiki/Dunbar%27s_number [Erişim: 22.07.2023]

2: Cambridge News 23.12.2005. Bob's idea has global impact. https://web.archive.org/web/20090203024121/http://www.cambridge-news.co.uk/cn_news_newmarket/displayarticle.asp?id=198611  via WebArchive [Erişim: 22.07.2023]

3: Gofeminin. https://www.gofeminin.de/wohnen/geschenke-zum-einzug-s2328959.html [Erişim: 22.07.2023]

4: Twitter. Zekeriya Aktürk. https://twitter.com/zekeriyaakturk  [Erişim: 22.07.2023]

 

9 Nisan 2023 Pazar

Güle güle!

Çav Bella/Hoşçakal Güzelim:

Çok güzel bir müzik ile sosyal ve ideolojik arkaplanının kısa ve net bir özeti.

Enfes militer bir melodi eşliğinde, elinde silah olan güzel kızlar, yakışıklı delikanlılar ve tatlı çocuklar... Bir kutsal (faşizme direniş) için ölümü kutsayan romantik bir bakış açısı var videoda.

Ancak gördük ki, faşizme karşı romantik bir idealizmi (sosyalizmi) yüceltenler, modern yönetim bilimin verilerini (kuvvetler ayrılığı ilkesi, hukukun üstünlüğü, yönetimde demokratik ilkeler, katılımcı yönetim/yönetişim, şeffaflık, insani değerler, etik-estetik, devletin halkın zabıtası/çobanı değil hizmetçisi olduğu kabülü, insanın sosyalpsikolojisi vs.) kullanmayınca, ideoloji fetişisti olunca, günün sonunda onlar da faşizmden geri kalmayan ceberrut, otoriter diktatörlükler oldular. Yetmiş yıl ömürlü ideolojilerini dünyaya yaymak için 20 milyondan fazla insan öldürdüler “rejim düşmanı” diyerek.

Aynı şeyi bazen ırk-milliyetçilik adına yaptı insanoğlu; bazen de din ve dincilik adına. En çok da “uygarlaştırma misyonu” için yaptı sömürgecilik çağında.

Keşke insan dışı kutsallar yerine, insan yüceltilse de, ölüm yerine “yaşatmak” kutsansa...

Keşke bu videodaki melodi ve romantizm kadar güzel olsa gerçek hayat.

Halbuki, “İnsan; karnında b.k taşıyan, faunanın en vahşi hayvanı!”

(KB)

Ufuk çizgisi

 


Gençliğimde uçuş eğitimi almıştım. Cessna T-41 model tek pervaneli eğitim uçağı ile. Teknolojisi sınırlı idi o zamanlar; beş duyunuzu kullanarak uçuruyordunuz onları. Yeryüzüne paralel kalmam için, çizilen rotadan sapmamam ve istikamette kalmam için, yandan esen rüzgarın saptırmalarını düzeltmem için, hocam hep bana “ufuk çizgisine bak” derdi. Ne zaman yönümde, uçuş seyrimde değişiklik olsa, ya da istikamette istikrarım kaybolsa “ufuk!... ufuk çizgisi!?..” diye tatlı sert bir ikaz yapardı. Ufuk çizgisi ve gideceğimiz yön arasındaki ilişki ile ilgili husus aklıma gelince, bu hatıram tedai etti hafızamda. 

Ufuk çizgisinin kaybolması, insanın yönünü, rotasını, yolunu kaybetmesine neden olur. Çünkü gözünüz ufukta bir noktada iken, o noktaya doğru gidiyor iken, istikametiniz ona doğru iken, ancak yolunuzu şaşırmadan devam edebilirsiniz. Aksi halde, anlık, günlük hadiselere bağlı olarak değişen her şeyde, siz de yönünüzü istikametinizi değiştirirsiniz; Yanlış yöne gider ya da aynı yerde dolanıp durursunuz.

İşte bunun gibi insanın bir gaye-i hayali, bir uzak hedefi olmadığında yolunu şaşırması, istikametini kaybetmesi kaçınılmazdır. 

Yaşadığınız zamanlarda, coğrafyanızda/ülkenizde mesleğiniz, kariyeriniz, sosyal hayat ve çevre kurgunuz ile ilgili hayal ve hedefleriniz yoksa veya olamıyorsa, orada ne işiniz var? Bunların olduğu yere gitmeniz lazım; ya da olacağına inandığınız bir yere...

Zaten çok zordur bu coğrafyada bir ufuk çizgisi üzerinden bir gaye-i hayal sahibi olmak… maalesef!

(KB)

5 Mart 2023 Pazar

Korku üzerine

 

Bektaşi babası etrafını çevreleyen bir grup insanla sohbet etmektedir. Sohbetin bir yerinde dünyada olan her şeyin Allah'ın takdiri olduğunu, onun izni olmadan hiçbir şeyin olmayacağını söyler. Bu sırada arkasında oturan ve Bektaşi'yi dinleyen bir külhanbeyi yerinden kalkar ve Bektaşi'nin ensesine okkalı bir tokat atar. Ne olduğunu anlamak için arkasına dönen bektaşiye külhanbeyi;

"Madem her iş insanın başına Allah'tan gelir, niye dönüp arkana bakarsın ihtiyar" der. Bektaşi;

"Allahtan geldiğini bildim bildim de, hangi ...'nin eliyle yaptı, onu merak ettim" der.

 
Son yıllardaki duygu durumumu nasıl tarif ederim, nasıl formüle ederim diye düşünüyorum uzun zamandır. Yukarıdaki kıssa nedeni ile bir hissiyatımı paylaşayım:

Hayatı hep yüksek perdeden, hep başarılı, hep kazançla dolu, hep özgüveni yüksek olacak şekilde yaşamadım. Hatta tam tersi oldu genelde; hayatım boyunca biraz ezik, biraz sosyal fobik, özgüveni zayıf, tırsak, çekingen, müstağni vs. gibi düşük profilli bir psikolojiyle yaşadım. Meslekî kariyer ve akademik hayatım boyunca da bu hep böyle idi; çoğunlukla dışlandım, değersizleştirildim, aşağılandım ve sürekli bir mobbing altında yaşadım. Kendim olmaya ve kendimi ifade etmeye çok da imkanım olmadı, ya da içinde bulunduğum şartlar bana bu imkanı vermedi veya ben beceremedim. Bütün bu süreç içersindeki temel duygu durumumun “acz ve fakr” olduğunu söyleyebilirim. İnancım ve kültürüm “şükür ehli” olmayı salık verdiği için sahip olduklarıma şükrederek mutlu da yaşadım aslında.

Ancak son beş-altı yıldır yaşadığım süreç ve bana yaşattığı psikoloji, bende hakim olan temel duygunun “korku” olmasına neden oldu artık. Artık her şeyden korkuyorum; ya başıma bir şey gelirse, ya sağlığıma bir şey olursa, ya kazancımı idame ettiremezsem, ya çocuklarımın, ailemin başına bir şey gelirse, vs. artık her şeyden korkuyorum: Özellikle de Türk devletinden, Türk milletinden ve cami cematinden çok korkuyorum. Büyük bir özgüvenle, çok daha büyük bir haklılık duygusu ile, hatta büyük bir hikmet ve hayır atfederek, çok acımasızca, coşkun bir şehvetle, bıkmak ve bitirmek bilmeden her türlü acıyı, çok kolayca, en yoğun şekilde, dur durak bilmeksizin yıllarca yaşatabiliyorlar insana…

Tabii ki bütün kötülüklerin Allah izni ile yapıldığının bilincindeyim. Beni korkutan şeylerin, bazı kötülerin üzerinden, onların eli ile, onların bir nedene bağlı kötülüğü olarak gelse de, bu zahiren öyle görünse de, temel korkumun Allah korkusu olduğunu hissediyorum; taa içimde derinlerde bir yerde. Çünkü yalnız kaldığımda, dua ederken, Allah'la irtibat halinde iken korkum en fazla en yoğun hale geliyor. Ürperti ve çarpıntı hissi oluşturacak kadar; sıcaklık basmasına, boğuluyormuş gibi hissetmeme neden olacak kadar yoğun olabiliyor bu his. Hayatım boyunca korku boyutlu bu hafakanları bu kadar yoğun olarak, bu kadar uzun süreli ve aklımdan hiç çıkmamacasına, son yıllarda hissettiğim ve yaşadığım gibi bunalırcasına yaşamamıştım. Daha önceleri de yapmak istediğim bir şeyi beceremeyip yapamayınca, çalışırken işler ters gidince veya başıma bir musibet gelince ya da bir kötülükle karşılaşınca ne kadar aciz ve yetersiz olduğumu hissettiğim çok olmuştur. Ya da böyle bir fenalıkla karşılaşma ihtimali ile korktuğum da çok olmuştur. Ama korkunun zihnimi bu kadar yoğun ve bir cenderede sıkıyor gibi ezercesine işgal ettiği, bütün benliğimi böylesine ele geçirdiği hiç bir zamanı hatırlamıyorum.

İnancımızda Allah korkusu hep vurgulanır, hep hatırda tutulması istenir, hep ona göre yaşamamız salık verilir. Ancak bendeki bu korku sanki beni felç ediyor, sanki katatonik bir hale sokuyor, bütün düşünce, duygu ve melekelerime ipotek koyuyor ve düşünsel üretkenliğime, kulluğuma, Allah’la -O’nun bana istediğini istediği zaman yapabilecek, beni korkutan bir güç olmak dışında- irtibatıma, vecd ve şükür endeksli ibadetime engel oluyor. Halbuki eskiden acz ve şükür endeksli olarak, yetersizliğimi bilmek ve teşekkür etmek üzerinden daha coşkulu bir irtibatım oluyordu O’nunla…

Yahut… korku üzerinden kulluk ve ibadet ya benim fıtratıma uygun değil veya bende tam çözümleyemediğim çok daha derin bazı sorunlar var.

- Yaşadığımın bir şeytanî desise olduğu, “O’ndan korkmak” yerine “O’nunla korkutarak” Şeytanın beni ye’se ve dehşete ittiği tespiti…,
- Kendilerinden korktuklarımızın da iplerinin Allah'ın elinde olduğuna dair kuvvetli bir inanç…,
- Korkularımın nedeninin dünyalık nimet kaybı ile alakalı olduğu, ahirete dair kayıplar ile ilgili olmadığının farkındalığı…,
- Ve… bu tür çıkmazlardan beni ancak bunların kurtarabileceğini bilmektir tek çıkış yolum.

Rasyonel tarafım bunu böylece biliyor ve kabul ediyor olsa da, içsel dünyam ve duygu durumum çok daha karmaşık ve kararsız…

Nitekim bu nedenle, bu zamanlarda, en çok korktuğum şey, Allah ile olan irtibatımın zarara uğraması ve sorumluluklarımı yerine getirememek… (KB)

Kabus

 

Bana herşey bir felaket senaryosu içindeymişim hissi veriyor. Gerçek mi? Kabusta mıyım?

Kabus gören, karabasan içindeki insanlar genelde çevrelerinde kötü (şeytan gibi) bir varlık hissettiklerini söyler: Sleep Medicine dergisinde yayınlanan bir çalışma, karabasan teşhisi konulan hastaların yaklaşık %58’inin odada bir varlık olduğunu, genellikle insan dışı bir şey gördüğünü ve yaklaşık %22’sinin de odada genellikle yabancı bir kişiyi gördüğünü söylediklerini bildirmiştir. Amerikan Uyku Tıbbı Akademisi’ne göre karabasan, insanların göğüs kafeslerinde baskı veya vücutlarını yönlendirmede/hareket ettirmede sorun hissetmelerine neden olabiliyormuş.

İnsan, çevresindekiler kötü, şeytan gibi (kötülük yapıcı) olduğunda, insanlık dışı muameleye maruz kaldığında, yaşadıkları nedeniyle baskı hissettiğinde ve istemediği şeyleri yapmak zorunda bırakıldığında, hiçbir şeyin “aşina” olmadığı, yabancı bir ortamda gibi hissedip hiç bir şey de yapamadığında, tabii ki kendini bir kabus içinde hisseder. Bunda şaşılacak bir şey yok.

Kaçıp kurtulmak istersin ama bu mümkün değildir. Bedenini kullanamıyorsun gibidir ya da ayağına dolanır bir sürü şey; zaten o derman da yoktur dizlerinde...

Boğazın sıkılıyor da sanki boğuluyor gibi olursun dehşet havuzunda; çevreni hep kötüler sarmış gibidir bilinmezler karanlığında; ezilirsin göğsünün üstündeki tonlarca yükün baskısı ve acısı altında; avazın çıktığı kadar bağırmak istersin, ancak sesin de çıkmaz kör sağırlığın ortasında...

“Kendi feryâdımdır ancak ses veren feryâdıma
Kimseler yok, âşinâdan büsbütün hâlî diyâr
"Nerde yârânım?" diyorken ben bülend âvâz ile
"Nerde yârânım?" diyor vâdi, beyâbân, kûhisâr...” diyen Mehmet Âkif gibi bile diyemezsin.

Sadece acz-ı mutlak, fakr-ı mutlak olduğunu derk edersin bütün zerratınca... ve bu “hiçliğin” neden olduğu sürpriz bir “hoşluk” yaşarsın paradoksal olarak; şükr-ü mutlak erbabı olmanın keşfiyatı ile... (KB)

2 Mart 2023 Perşembe

Gıda ve ilaç

 

İlaç/kimyasal ve gıda arasındaki mesafe gittikçe daralıyor mu? 

Bu yüzden mi Amerika’da gıda ve ilaç, FDA (Ulusal Gıda ve İlaç Bürosu) tarafından birlikte yönetiliyor?  Bizde ise, eskinin aksine, “sağlıkta dönüşüm süreci” ile gıda ve ilaç yönetiminin, sadece farklı bürolar değil, farklı bakanlıklar (Sağlık Bakanlığı ile Tarım Bakanlığı) tarafından yapılmaya başlanması ile iyice ayrıştırılması ne anlama geliyor? Tersine bir gidiş mi?

Bu uygulama ile, “gıdacı şifa dağıtıcıları”, pazarlamayı şifacılık üzerinden yaparken, resmiyeti (değerlendirme, ruhsat, kontrol, tetkik vs.) ise gıdacılık üzerinden yapıyorlar. Sağlık ile ilgili olmayan birimler, tablet/kapsül haline getirilmiş veya şurup şeklinde sunulan gıdaların değerlendirilmesini ve takibini yapıyorlar. Bir yandan ilaç gibi paketlenmiş gıdalar şifa için (ilaç gibi) pazarlanırken, diğer yandan gıda gibi paketlenmiş enerji içecekleri ve mamalar yoğun bakım ünitelerinde şifa için (ilaç gibi) kullanılıyor. Hakikaten ilaç ve gıda arasındaki mesafe gittikçe daralıyor. Yukarıda bahsettiğim bazı noktalarda füzyon gerçekleşti bile.

Şifa ve sağlık satan bu gıdacıların, sağlık ile ilgili değil de, gıda ile ilgili normlar üzerinden yönetilmesi ne anlama gelmektedir? Gıda ve ilacın farklı birimler tarafından, bu kadar ayrıştırılarak yönetiliyor olması mı, yoksa FDA gibi birlikte yönetilmesi mi daha sağlıklıdır?

Belki de, bugünlerde tükettiğimiz gıdaların, sağlığı nasıl etkilediği anlaşılıp kamuoyuna bildirilince, bu soruların cevabı da verilmiş olacaktır. (KB)

26 Şubat 2023 Pazar

Ot gibi yaşamak

 'Sedanter yaşam tarzı', kötü alışkanlık sahibi olmanın en kolay olanının diğer adı. Sağlığımız ile ilgili bir sürü sorunun (damar sertliği, tansiyon, obezite, şeker hast, depresyon, bağırsak ve sindirim sorunları, kas-iskelet sistemi sorunları, duygudurum bozulması vs.) nedeni.

Aktif hayatın, onunla gelen adrenalinin sağlık kazanımları başka hiç birşey ile elde edilemez. Daha sağlıklı ve mutlu bir hayat için, daha aktif bir hayat tarzını benimsemeli ve becermeliyiz.

Belki dilimizdeki 'ot gibi yaşamak' deyimi ile anlatılmak istenen kötülük hali sedanter hayattır...(KB)

24 Şubat 2023 Cuma

Ne yiyorsanız osunuz

 https://artwow.co/products/art/prints/john-holcroft/burger-man

Şişmanlık (obesite) ekonomik olarak gelişmiş ülkelerde çok büyük bir sorun haline geldi. Her türlü abur cubur, fast food yemekleri ve trans veya doymuş yağlarla dolu yemeklerle veya paketli/hazır gıdalar ile dolup taşıyoruz. Bu illüstrasyonda, hamburger yiyen, tam anlamıyla bir hamburger (a fat-hamburger body) haline gelmiş bir adam çizilmiş.

Tasavvufta ruh dünyamızın hayvani özelliklerinden arındırılması için az yemek ya da et yememek orucu (riyazet) yapılır.

M. Gandhi ise cüsseli ve agresif İngilizlere karşı, zayıf, munis Hindu'ların bağımsızlık kazanmasının yolunun "et yemek" olduğuna inanmış geçici bir süre. Ancak sonrasında o zayıf bedeniyle koca bir imparatorluğu dize getirmiş.

Gerek ruhumuz, gerek bedenimiz yediğimiz-içtiğimiz şeyler tarafından şekillendiriliyor mu acaba gerçekten? Ne dersiniz?

(Arkadaşım KB'den)

23 Şubat 2023 Perşembe

Bir ChatGPT diyaloğu: Hayal gücü


https://openai.com/

Bilimsel çalışmalarda hayal etmenin önemi konusunda bir makale yazabilir misin?

Tabii, bilimsel çalışmalarda hayal etmenin önemi konusunda bir makale yazabilirim. İşte başlamak için birkaç fikir:
Bilimsel çalışmalar, yeni fikirlerin, keşiflerin ve yeniliklerin ortaya çıktığı yerlerdir. Bu nedenle, bir bilim insanının hayal gücü, bilimsel keşiflerin yapılmasında son derece önemlidir. Hayal gücü, bilim insanlarına, mevcut bilgiyi sorgulamalarına ve gelecekteki araştırmalar için yeni hipotezler ve deneyler oluşturmalarına olanak tanır.
Bilim insanları, bilim dünyasında yararlı olacak fikirleri hayal etmek için yaratıcı bir zihne sahip olmalıdır. Bu, bir problemi çözmek için farklı yollar arayabilmek, verileri analiz edebilmek ve yeni fikirler geliştirmek için gerekli olan bir niteliktir. Örneğin, bir araştırmacı, genetik bir hastalıkla ilgili bir çalışma yapıyorsa, hayal gücünü kullanarak farklı genlerin etkisini inceleyebilir ve daha önce düşünülmemiş bir yaklaşımı keşfedebilir.
Hayal gücü, bilim insanlarının yalnızca kendi araştırmalarında değil, aynı zamanda meslektaşlarının araştırmalarında da ilerleme kaydetmelerine yardımcı olabilir. Farklı disiplinlerdeki bilim insanları arasında işbirliği yapmak, birbirlerinin fikirlerinden yararlanmak ve yeni bir bakış açısı elde etmek için hayal gücü önemlidir.
Ancak, bilim insanlarının hayal gücünü kullanırken doğru bir dengeyi sağlamaları da önemlidir. Hayal gücünün, bir araştırmacının verileri yanlış yorumlamasına, sonuçların yanlış anlaşılmasına ve hatta yanıltıcı sonuçlara yol açabileceği unutulmamalıdır.
Sonuç olarak, bilimsel çalışmalarda hayal gücü, yeni fikirlerin ve keşiflerin ortaya çıkmasına yardımcı olan önemli bir faktördür. Hayal gücünün doğru kullanımı, bilim insanlarına, mevcut bilgiyi sorgulamalarına, yeni fikirler ve hipotezler oluşturmalarına olanak tanır ve bilim dünyasında ilerleme sağlar.

Hayal gücü konusunda önemli bilim adamlarının sözleri var mı? Örneğin Einstein gibi…

Evet, birçok ünlü bilim insanı, hayal gücünün bilimsel keşiflerde ve buluşlarda önemli bir rol oynadığına dair düşüncelerini dile getirmişlerdir. İşte birkaç örnek:

  • Albert Einstein: "Hayal gücü bilgiyi aşar." Einstein, birçok keşfinin hayal gücü sayesinde gerçekleştiğine inanıyordu. O, "imkansızın peşinde koşmanın, gerçeklerin peşinde koşmaktan daha ilginç ve daha yaratıcı bir yol olduğunu" söylemiştir.
  • Nikola Tesla: "Hayal gücü gerçeğin öncülüdür." Tesla, hayal gücünün, düşüncelerin gerçeğe dönüşmesi için bir çerçeve oluşturduğunu söylemiştir. Tesla, keşifleri için sıklıkla hayal gücünü kullandı ve hayal gücünün, mühendislik sorunlarına yaratıcı çözümler bulmakta yardımcı olduğuna inandı.
  • Richard Feynman: "Herhangi bir bilim adamının gerçekte yaptığı şey, hayal etmektir." Feynman, fiziksel dünya hakkında yaratıcı bir şekilde düşünmenin, bilimde ilerlemeye yol açacağına inanıyordu. Feynman, Nobel ödülü kazanan bir fizikçiydi ve birçok önemli keşif yapmasında hayal gücünü kullanmıştı.
  • Stephen Hawking: "Hayal gücü gerçekliğin gücüdür." Hawking, hayal gücünün, bilim dünyasında yeni fikirlerin ve keşiflerin ortaya çıkmasına yardımcı olduğuna inanıyordu. Hawking, evrenin gizemlerini keşfetmek için hayal gücünün önemli olduğuna inanıyordu.

Bu ünlü bilim insanlarının sözleri, hayal gücünün bilimsel keşiflerde önemli bir rol oynadığına dair önemli bir kanıt olarak görülebilir.

Peki hayal gücü neden bu kadar önemli?

Hayal gücü, bilimsel keşiflerde ve yeniliklerde önemli bir rol oynar çünkü öncelikle keşfetmek istediğimiz şeyleri gözlemleyerek veya öğrenerek başlayamayabiliriz. Hayal gücü, bizim bilgi eksikliklerimizi veya bilmediğimiz şeyleri hayal ederek bunları keşfetmemizi sağlayabilir. Ayrıca hayal gücü, mevcut bilgiyi yeni ve yaratıcı yollarla bir araya getirerek özgün fikirler oluşturmamıza yardımcı olabilir.
Hayal gücü, aynı zamanda bizi olayları farklı bir perspektiften görmeye teşvik ederek yeni bakış açıları sağlar. Bu, problemleri farklı açılardan ele alarak yaratıcı çözümler üretmeye olanak tanır. Hayal gücü, aynı zamanda keşiflerde ileriye doğru adım atmamızı sağlar, çünkü hayal gücü sayesinde, olabilecek şeylerin sınırlarını zorlayabilir ve gelecekteki potansiyel keşifler ve yenilikler için bir temel oluşturabiliriz.
Sonuç olarak, hayal gücü bilimsel keşiflerin ve yeniliklerin temelinde yatan bir faktördür. Bilim insanları, hayal güçlerini kullanarak, keşifler yaparak ve gelecekteki yenilikleri hayal ederek dünyayı değiştiren icatlar ve buluşlar yapmışlardır.

Hayal gücü sanatta da önemli değil mi?

Evet, hayal gücü sanatta da son derece önemlidir. Sanat eserleri, sanatçının hayal gücünü kullanarak yaratıcılık ve özgünlük ile ortaya çıkar. Sanatçı, hayal gücünü kullanarak mevcut formların ve materyallerin sınırlarını zorlar ve sanat eserlerinin özgünlüğünü yaratır.
Hayal gücü, sanatçıların zihinlerinde canlandırarak, somut olmayan fikirleri somut hale getirerek eserlerinin oluşumuna katkı sağlar. Bu nedenle, sanat eserleri, sanatçının hayal gücünün bir yansımasıdır. Sanat, insanların duygusal, zihinsel ve estetik ihtiyaçlarını karşılayan bir ifade biçimidir ve hayal gücü, bu ihtiyaçların karşılanmasına yardımcı olan önemli bir faktördür.
Sonuç olarak, hayal gücü, sanatçıların sanat eserlerinde yaratıcılık, özgünlük ve estetik güzellik yaratmalarına yardımcı olan önemli bir unsurdur. Sanatın, insanların hayatlarına anlam katmasında ve duygusal ve zihinsel ihtiyaçlarını karşılamasında hayal gücünün önemli bir rolü vardır.

O halde hayal gücü bilim adamına gerçekte olan biteni anlamak için makul senaryolar yazma imkanı veriyor diyebilir miyiz?

Evet, hayal gücü bilim adamlarına gerçekleri anlamak için makul senaryolar yazma imkanı verir. Bilim adamları, mevcut verileri analiz ederek, bir fenomenin nasıl çalıştığını ve neden olduğunu anlamaya çalışırlar. Bu süreçte, bilim adamları hipotezler ve senaryolar oluşturarak, olayların arka planında yatan fiziksel ve matematiksel yasaları anlamaya çalışırlar. Burada hayal gücü devreye girer ve bilim adamlarına gerçekleri anlamak için yeni fikirler sunar.
Bilim adamları, hayal gücünü kullanarak, daha önce keşfedilmemiş alanları keşfederler ve bu da yeni buluşlar, icatlar ve teknolojilerin ortaya çıkmasına yol açar. Örneğin, Albert Einstein'in görelilik teorisi, hayal gücünün ürünüdür ve mevcut verileri analiz ederek, klasik fiziksel yasaların sınırlarını zorlar ve fizikte yeni bir paradigma yaratır.
Sonuç olarak, hayal gücü bilim adamlarına gerçekte olanı anlamak için yeni senaryolar yazma imkanı verir. Bu sayede bilim adamları, keşfedilmemiş alanları keşfeder, daha önceki buluşların ötesine geçer ve daha ileri araştırmalara öncülük eder.

(23.02.2023 tarihinde arkadaşım KB'den)

21 Şubat 2023 Salı

Şeker Bağımlısı Beslenme

 

https://fineartamerica.com/art/cereal+box?page=2

Özellikle çocuklara yönelik hazır kahvaltılıkların ve sair paketlenmiş gıdaların içerik bilgilerine bakarsanız, tek bir ortak bileşen görürsünüz: şeker. Yukarıdaki resimde sanatçı, çocuklarımızın ağızlarına günlük olarak koyabileceğimiz korkutucu bir metaforu göstererek gerçekten ne ile beslenmek ve ne tüketmek istediğimizi düşünmenizi sağlamaktadır.

 

Şişmanlığın artık bir halk sağlığı sorunu olduğu zamanımızda, beslenme biçimimiz daha doğal/fıtri hale dönüşmedikçe bu tehdit gittikçe artacak görünüyor. Bir taraftan gıda endüstrisindeki rekabet baskısı ve kârı maksimize etme çabaları, diğer taraftan çocukluktan itibaren yeni endüstriyel gıdaların lezzetine adapte olarak değişen damak zevki, bu tehdidi oldukça zor yönetilir bir sorun haline dönüştürüyor.

 

Tıpkı, daha önce devlet eliyle yaygınlaştırılan sigaranın, kullanımındaki kısıtlamanın yaygınlaşması ve bunun devlet politikası haline gelmesine benzer şekilde okul kantinlerinde rafine gıda kısıtlanmasına gidilmesi yoluyla, üç vakte kadar bu tür "junk gıda" kısıtlamalarının da devlet politikası haline gelebileceğini umabiliriz. Fakat bu arada birkaç nesil kaybedilebilir. Bize düşen, yavrularımızı korumaya almak. Becerebilirsek!

 

Arkadaşım KB

20 Şubat 2023 Pazartesi

Benzemezlikteki Benzerlik

https://www.canstockphoto.com/similarity-and-dissimilarity-0524072.html

Teolog ile felsefeci veya pozitif bilimcinin/fencinin temel benzemezlikleri içindeki birçok benzerlikleri çok çarpıcı bir husustur. 

 

Ve aslında her iki taraf da anlam arayışındadır: Varoluş nedir? Akan zamanın içinde nereden geliyor, nereye gidiyor? Niçin ve nasıl oluyor olan her şey? Vesaire, vesaire...

Felsefeciler ve fenciler seküler alanda çalışırken, ilahiyatçılar dini ilimlerle ilgilenmektedir. İş tanımı farklılığıdır bu: İlahiyatçı vahiyden (Kur’an ve Sünnet) Tanrı’nın maksadının ne olduğunu ve nasıl anlarım?'ı araştırıyor. Felsefeci ve fenci ise (inançlı ya da değil) seküler verilerden bunu (yani evrene yerleştirilmiş anlamı) anlamaya çalışıyor. Aslında her iki taraf da ilahi bilgiyi anlama ve anlamlandırma çabasında...

Buldukları ve çıkarımları şu kadar doğru, bu kadar yanlış olabilir. Her iki tarafın da bulduğu ya da bulduğunu zannettiği anlam zaten ilahi bilgi kaynağından çıkarım yapılmış beşeri bilgidir. Tartışılabilir, yanlışlanabilir ve değişebilir şüphesiz. Sabit olanlar ise, işte orada hep durup duran ve her ikisi de ilahi bilgi kaynağı olan, seküler bir bilgi seti olarak Doğa ve teolojik bir bilgi koleksiyonu olarak Kur’an'dır.

Pozitivist düşüncenin sorunu, bir ilahiyatçıya göre, aslında bir ilahi bilgi kaynağı olarak doğayı etüt etmeyi (seküler alanı) yüceltirken, Kur’an ve Sünnet’in yani diğer bir ilahi bilgi kaynağı olan vahyin ilgilenilmeye değer olmadığı ön kabulüdür. Bu bir kişisel inanç tercihidir sadece. Pozitivistin kendi özel kabulüdür. Herhangi biri, her iki bilgi seti (vahiy ve doğa) ile birden ya da sadece herhangi biri ile ilgilenebilir şüphesiz. İnanç ya da uzmanlıkla ilgili kişisel bir tutumdur bu.

Sadece doğa ile ilgilenen bir pozitivistten farklı olarak, bir Mü’min için seküler bilgi alanı olan doğa nasıl Allah’ın ayetleri ise, Kuran ve Sünnet (vahiy) de aynen öyledir. Bu farklı ilgi alanları ile ilgileniyor olmak, farklı uzmanlık alanları oluşturur sadece.

İlahiyatçı biri, doğayı gerçek veri olarak kabul eden bir bilim insanı gibi Kur’an ve Sünnet’i gerçek veri kabul ederek yola çıkar. Tartışmalar, ihtilaflar, yanlışlamalar vs. ise bu yolculuktaki anlam arayışı sürecinin detayında olur. Bu felsefeci için de böyledir, fenci için de...

Her iki grup bilim adamları bir tez (ve belki de inanç) sahibi olmanın doğası gereği hem sorgular hem de savunma yaparlar. Şöyle ki: İkisi de savunma yapar: biri evreni Tanrısız izah etmeyi savunur, diğeri Tanrılı ve vahiy ile... İkisi de sorgular: biri aklın doğadan elde ettiği seküler verileri sorgular, diğeri Kur’an ve Sünnet’ten elde ettiği teolojik verileri sorgular.

Zaten her iki alan da sırlı ve gizemli ilahi bilgiyi içeren, etüt edilesi ilahi ayetlerdir İslam inancına göre. Etüt etmek de akıl ile olur. Hem doğayı hem de vahyi irdeleyen aynı alet akıl değil midir? Her iki bilgi kaynağına dair yaptığımız çıkarım ve anlamlandırmalar akıl marifeti ile yapılmakta değil midir? Kişinin Tanrısız/vahiysiz bir anlamlandırma çabası içinde olması kişisel tercihidir. Ancak, bunun, eksik yola çıkmaktan kaynaklanan, yanlışlıklar içermesi kaçınılmazdır.

Çünkü, doğru anlamlandırmanın yolu bütüncül yaklaşımdan geçer. Vahiy de aklın ilgi alanına giren tüm seküler alanlar da bir ilahi veri seti, bir ilahi bilgi kaynağıdır. Akıl onları benzer şekilde etüt eder, doğru-yanlış-eksik (ama mutlaka zaman içinde değişecek şekilde) anlamlandırır. Müslüman inancına göre, evreni ve varoluşu doğru anlamlandırmak için vahye ihtiyaç vardır. İnanmayanlar için böyle bir ihtiyaç olmaması anlaşılır bir şey olmakla birlikte, hakikatin tek katmanını etüt etmenin neden olduğu eksikliğin yanlışlığı ile sonuçlanır bu tutum.

Doğaya dayalı bütün bilim dalları ispat edilmeksizin doğru olduğu kabul edilen aksiyomları/belitleri esas alarak yola çıkarlar. Ve bütün bilimler bunlar -bu inançlar(!)- üzerine oturur. Vahye dayalı bütün teolojik bilim dallarında da bu böyledir.

Pozitif bilimler için de hal böyle iken, yani iman edilen belitler üzerinden yola çıkmada teolojik bilimlere benzer iken, pozitivist yaklaşım, dinî yaklaşımı akıldan daha çok iman/inanç temelli olduğu üzerinden eleştirir. Evet, bir dindar, aklın asli fonksiyonunun iman etmek olduğuna iman etmiştir. Ancak her iki tarafın da işi, iman ettiklerini (doğa ve/veya Kur’an) akıl ile etüt etmektir. Bir araç olarak akıl, her iki taraf için aynı önem ve ağırlıktadır; olmazsa olmazdır. Sadece, incelenmek, akıl edilmek üzere masaya konan etüt edilesi şeyler farklıdır.

Ortadoğu’da hem fenci/felsefeci doğayı (tekvini ayetleri), hem de teolog Kur’an ve Sünnet’i (teşri ayetleri) okuma becerisini ve akıl yürütüp çıkarımda (istidlal ve istinbatta) bulunma becerisini yitirmeleri aşikar gerçeğinin en temel nedeni ise iki taraf için de metodoloji sorunudur. Bu da benzemezlikteki benzerliklerin en çarpıcı olanıdır. 

(Arkadaşım KB)

 

18 Şubat 2023 Cumartesi

İlahi Bilgi, Beşeri Bilgi

Varlık ve olayları bilme, tanıma, çözümleme, yorumlama ve anlamlandırma sonucu ortaya çıkan bir ürün olan “bilgi” hakkında, pek çok şey söylenmiştir. Çok boyutlu, çok katmanlı müzakere edilebilecek epistemolojik bir husustur bu şüphesiz.

Müslümanların “bilgi” ile ilişkisi oldukça karmaşık bir görünüm arz ettiğinden, belki 500 yıldan fazladır anlamlı bir bilgi üret(e)mediklerinden, “doğa”dan ve “ilahi mesaj”dan üretilen bilgi hususunda ikircikli olduklarından, müslüman düşüncesinde bilginin nidüğü hakkında birkaç kem-küme ne dersiniz?

Bir Mü'min için iki temel bilgi kaynağı çeşidi vardır: Tekvini (doğa) ve teşri (Kur’an ve Sünnet).

Her ikisi de, içinde “Yaratıcı”nın sırlarını, hikmetlerini, sanatını, maksadını, yani “ilahi bilgi”yi barındırır. Bu mutlak bilgi kaynakları içinden, aklımız, aletlerimiz, tecrübe birikimimiz, yani medeniyetimiz ile anlayabildiklerimiz ve yaptığımız çıkarımlar ise “beşeri bilgi”yi oluşturur.

Benim burada arz etmek istediğim, her iki kaynağın da (Doğa ve Kur’an), beşeri bilginin ilahi kaynakları olarak, birbirine benzer özellikler içermesi hususudur:

1- Her iki kaynaktan da belli bir metodoloji ve uzmanlık çerçevesinde anlamalarımız/çıkarımlarımız olmaktadır.

2- Her ikisinden de çıkarımlarımız ancak zamanının doğrusudurlar; gelecekte pekala yanlışlanabilirler. Mesela, nasıl ki ortaçağda insandan çıkarımlar yapan İbn-i Sina’ya ait bilgiler bir kısmı bugün yanlışlanmıştır. Tıpkı bunun gibi, onun çağdaşı tefsir ve fıkıhçıların birçok çıkarımları da bugünkü bilgilerimiz ışığında yanlışlanmıştır.

3- Her ikisinden de belli bir metodoloji ve uzmanlık üzere bilgi üretilmiyorsa çok yanlış sonuçlar elde edilebilektedir.

4- Her ikisinde de aynı zaman diliminde farklı çıkarımlar ve mütalaalar nedenli birbirinden farklı kabuller/doğrular (bilgiler) olmaktadır; bilimde ekoller ve dinde mezhepler gibi.

5- Her ikisinde de, aynı eşya ve olayda, farklı uzmanlık alanları, farklı farklı çıkarımlar yapmaktadırlar. Mesela doğadaki bir canlının biyomimetik, ekolojik, biyolojik gibi fenni özellikleri yanında, davranışsal, organizasyonel, duygusal, sosyobiyolojik gibi sosyal özellikleri ve renk, çizgi, şekil, ses, estetik gibi sanatsal özelliklerinden, her bir bilim, disiplin ve ilgi alanı ile ilgili birçok farklı bilgiler üretildiği gibi, Kur’an’daki bir ayetten de fenni, sosyal, psikolojik, sanatsal, bir çok farklı çıkarımlar yapılıp farklı bilgiler üretilmektedir.

6- Her ikisi de, benzer bir şekilde, insanın evrende “unik ve özel” bir yeri olduğunu gösterir: İnsanın, Tanrı’nın “Doğa ve Kur’an’daki sırlar”ını yorumlayabilmesi, O’nun yarattıklarına müdahele etme “yeti ve yetki”si olması; O’nun koyduğu kurallara aykırı davranma (çevreye ve kendine zararlı davranma veya günah işleme) potansiyeli olması gibi benzer “varoluşsal ilkeler”e işaret ederler.

7- Her ikisinden de yapılan çıkarımlar içinde, yanlışlanamayan, değişmeyen, hep doğru kabul edilen, konsensüs oluşmuş bir kısım (kadim bilgi) vardır.

Hülasa, “teşri ayetler” ile olan ilişkilerimizi, “tekvini ayetler” ile olan ilişkilerimize benzetme gereğine vurgu yapmaktı bu “tarz-ı nazar”dan amaç. Kısaca demem o ki, doğa ile olan ilişkimiz, doğadan bilgi üretmek şeklimiz ve ürettiğimiz bilginin hakikatin nesi ve ne kadarı olduğu hususundaki mütalaalarımız ne ve nasıl ise, bir Müslüman için bir bilgi kaynağı olarak “nas” ile olan münasebet de öyle olmalı. Bunu gerekçelendirmeye, bunun için anoloji kurmaya çalıştım sadece. Ortaçağda üretilen bilgiyi “nas”sın kendisi zannetmeyelim, selefin çıkarımlarına takılıp kalmayalım; gerici olmayalım demek istedim. Tabii ki pozitivist de...

Doğa, Kur’an ve Hz. Peygamber birlikte okunası birer kitaptır varoluşu anlamlandırmada!

Arkadaşım (KB)

Bir doçentlik hikayesi: Anne sen küçükken zeki miydin?

"Güzellik geçicidir dayı" demişti bir gün yeğenim bana. "Anneden kızına geçer 😇"

Güzel bir insandan dinlediğim bir olayı paylaşacağım sizinle:

- Anne, sen küçükken zeki miydin?

+ Evettttt

- Peki sonra ne oldu sana ??????

+ :))

Yukardaki cümleler, oğlum henüz 5 yaşında iken aramızda geçen bir diyaloğa ait :)) 

Bir kongrede fark ettim ki, tanıdığım, tanımadığım bir çok kişi (etik kurula verildiği için 4 yılda 4 kez doçentliğe başvuran) beni merak etmiş. Hepsi ayrı ayrı "Peki sonra ne oldu?" diye soruyorlar.

Anlatayım:
Açtığım davayı kazandım (istinaf mahkemesi kararı ile tam olarak kesinleşti). Dört yıl öncesine ait doçentlik belgemi aldım.

Bu sürede başka neler mi oldu ?

  • UAK etik ihlal iddiasını (dava sonuçlanmadan önce) üniversiteme bildirdi (bu durumun bir standardı yok).
  • UAK makalede ismi geçen kişilerden savunma istedi (bu durumun da bir standardı yok).
  • Bunu ihbar olarak kabul eden üniversitem, hakkımda disiplin soruşturması açtı (bu karar da üniversiteye göre değişebiliyor)
  • Muhakkik 'Etik ihlal yok' dese dahi 'Koskoca UAK hata mı yapacak?' denilerek disiplin cezası uygun görüldü. Tabii bununla ilgili itirazım ve mücadelem de çok çetin oldu.
  • Aynı üniversitede başarılı bir akademisyen olarak çalışan eşim ve benim için artık üniversite ve şehir devam edilemeyecek bir hal aldı.
  • Arkamıza bakmadan, vedalaşmadan şehri terk ettik. Öyle ki, eşyalarımızı bile başkaları topladı.
  • Eşim özel bir hastaneye geçti. Ben ise işsiz kaldım.
  • Depresyon en sevimli haliyle dolaşıp durdu etrafımda. Uzmanlık derneğimizin tüm çalışma gruplarından ayrılmak zorunda kaldım.


Ama merak etmeyin, şimdilerde daha iyiyim, bir ilçede çalışıyorum ve yeni bir üniversiteye başlamanın heyecanını yaşıyorum.

Evet kısaca böyle...
O küçük oğlum büyüdü. Şu an üniversiteye gidiyor.
Zekasını belki ama  kararlılığını ve sabrını asla sorgulamayacağı güçlü bir anneye sahip olduğunun farkında :))
 
Kongrede başka bir şey daha oldu:
Bütün oturumlarda (tamamen tesadüf sonucu) yan yana oturduğumuz kişinin beni etik kurula veren hoca olduğunu anlamamız her ikimiz için de çok şaşırtıcı idi. Sonrasında beraber sohbet edip, çay içtik. Aynı oturumları, aynı konuşmacıları takip etmemiz tek ortak yönümüz değildi. Anladım ki, o da  yaşananlardan en az benim kadar üzgündü...
 
Bu dönemde bir şekilde bana ulaşan etik isnat ve savunmaları okuyup yardımcı olmaya çalıştım. Gerçekten jüri üyesinin haklı olduğu durumlar olduğu gibi, hiç bir etik ihlal ile ilişkilendiremediğim suçlamalar çok büyük çoğunluğu oluşturuyordu.

Örneğin:
Aynı zamanda hukuk okumuş cerrahi branş doçent adayına jüri üyesi 'Kişinin avukatlık yapacağı öngörülerek bu cerrahi alanda doçent olmasının kamu yararı yaratmayacağı kanaatindeyim' şeklinde etik ihlal suçlamasında bulunmuştu.
 

Yani bu konuda iki kere iki her zaman dört etmiyordu.

Belki zaman geçtikçe  iklim gibi etik kavramlar da değişiyordur...

Belki daha şeffaf  bir uygulama ile tek kişilik yaşanan bu ayıba(!) bir standart getirilebiliriz.

Belki 'Bilimsel araştırma yöntemleri ve etik ihlalleri' ders olarak anlatan akademisyenlerin bu konuda önderlik etmesi gerekiyordur...
 
Ne dersiniz?


Not: Güzel kalpli arkadaşım EÇ'yi affediciliğinden ve çözüm arayan yaklaşımından dolayı tebrik ediyorum. Ben bana yapılan haksızlıklara onun kadar bağışlayıcı yaklaşamıyorum. Akademinin iyi hikayeleri de vardır mutlaka ama ben bu sıralar üzücü olanları duyuyorum maalesef...