Varlık ve
olayları bilme, tanıma, çözümleme, yorumlama ve anlamlandırma sonucu ortaya
çıkan bir ürün olan “bilgi” hakkında, pek çok şey söylenmiştir. Çok
boyutlu, çok katmanlı müzakere edilebilecek epistemolojik bir husustur bu
şüphesiz.
Müslümanların “bilgi” ile ilişkisi oldukça karmaşık bir görünüm arz ettiğinden,
belki 500 yıldan fazladır anlamlı bir bilgi üret(e)mediklerinden, “doğa”dan ve
“ilahi mesaj”dan üretilen bilgi hususunda ikircikli olduklarından, müslüman
düşüncesinde bilginin nidüğü hakkında birkaç kem-küme ne dersiniz?
Bir Mü'min için iki temel bilgi kaynağı çeşidi vardır: Tekvini (doğa) ve teşri (Kur’an ve Sünnet).
Her ikisi de, içinde “Yaratıcı”nın sırlarını, hikmetlerini, sanatını, maksadını, yani “ilahi bilgi”yi barındırır. Bu mutlak bilgi kaynakları içinden,
aklımız, aletlerimiz, tecrübe birikimimiz, yani medeniyetimiz ile anlayabildiklerimiz
ve yaptığımız çıkarımlar ise “beşeri bilgi”yi oluşturur.
Benim burada arz etmek istediğim, her iki kaynağın da (Doğa ve Kur’an), beşeri
bilginin ilahi kaynakları olarak, birbirine benzer özellikler içermesi
hususudur:
1- Her iki kaynaktan da belli bir metodoloji ve uzmanlık çerçevesinde
anlamalarımız/çıkarımlarımız olmaktadır.
2- Her ikisinden de çıkarımlarımız ancak zamanının doğrusudurlar; gelecekte
pekala yanlışlanabilirler. Mesela, nasıl ki ortaçağda insandan çıkarımlar yapan
İbn-i Sina’ya ait bilgiler bir kısmı bugün yanlışlanmıştır. Tıpkı bunun gibi, onun
çağdaşı tefsir ve fıkıhçıların birçok çıkarımları da bugünkü bilgilerimiz
ışığında yanlışlanmıştır.
3- Her ikisinden de belli bir metodoloji ve uzmanlık üzere bilgi üretilmiyorsa
çok yanlış sonuçlar elde edilebilektedir.
4- Her ikisinde de aynı zaman diliminde farklı çıkarımlar ve mütalaalar nedenli
birbirinden farklı kabuller/doğrular (bilgiler) olmaktadır; bilimde ekoller ve
dinde mezhepler gibi.
5- Her ikisinde de, aynı eşya ve olayda, farklı uzmanlık alanları, farklı
farklı çıkarımlar yapmaktadırlar. Mesela doğadaki bir canlının biyomimetik,
ekolojik, biyolojik gibi fenni özellikleri yanında, davranışsal,
organizasyonel, duygusal, sosyobiyolojik gibi sosyal özellikleri ve renk,
çizgi, şekil, ses, estetik gibi sanatsal
özelliklerinden, her bir bilim, disiplin ve ilgi alanı ile ilgili birçok farklı
bilgiler üretildiği gibi, Kur’an’daki bir ayetten de fenni, sosyal, psikolojik,
sanatsal, bir çok farklı çıkarımlar yapılıp farklı bilgiler üretilmektedir.
6- Her ikisi de, benzer bir şekilde, insanın evrende “unik ve özel” bir yeri
olduğunu gösterir: İnsanın, Tanrı’nın “Doğa ve Kur’an’daki sırlar”ını
yorumlayabilmesi, O’nun yarattıklarına müdahele etme “yeti ve yetki”si olması;
O’nun koyduğu kurallara aykırı davranma (çevreye ve kendine zararlı davranma
veya günah işleme) potansiyeli olması gibi benzer “varoluşsal ilkeler”e
işaret ederler.
7- Her ikisinden de yapılan çıkarımlar içinde, yanlışlanamayan, değişmeyen, hep
doğru kabul edilen, konsensüs oluşmuş bir kısım (kadim bilgi) vardır.
Hülasa, “teşri ayetler” ile olan ilişkilerimizi, “tekvini
ayetler” ile olan ilişkilerimize benzetme gereğine vurgu yapmaktı bu
“tarz-ı nazar”dan amaç. Kısaca demem o ki, doğa ile olan ilişkimiz, doğadan bilgi üretmek şeklimiz ve
ürettiğimiz bilginin hakikatin nesi ve ne kadarı olduğu hususundaki
mütalaalarımız ne ve nasıl ise, bir Müslüman için bir bilgi kaynağı olarak
“nas” ile olan münasebet de öyle olmalı. Bunu gerekçelendirmeye, bunun için
anoloji kurmaya çalıştım sadece. Ortaçağda üretilen bilgiyi “nas”sın kendisi
zannetmeyelim, selefin çıkarımlarına takılıp kalmayalım; gerici olmayalım demek
istedim. Tabii ki pozitivist de...
Doğa, Kur’an ve Hz. Peygamber birlikte okunası birer kitaptır varoluşu anlamlandırmada!
Arkadaşım (KB)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder