20 Ağustos 2020 Perşembe

Sadi'yi Gördüm

 SADİ'Yİ GÖRDÜN MÜ?
🌹🌹🌹🌹🌹


İnsana sevgi dolu bakışıyla
Mutluluklar saçan  SADİyi gördüm
Dünya güzel elbet yazı kışıyla
Kışta çiçek açan SADİyi gördüm

Bilirim kimseye kötülüğü yok
Gönlünde şefkati sevgisi ne çok
Kul hakkı yemez hem gözü-gönlü tok
Hep doğruyu seçen SADİyi gördüm

Derdinle dertlenip gelir yanına
Şefkatiyle işler senin canına
Hikmetli sözlerle zevk verir sana
Her an ilim saçan SADİyi gördüm

Gözleri dolup da taşsa selinde
Kadere teslimdir kendi gönlünde
İsyan şekva olmaz bir gün dilinde
Derd şerbeti içen SADİyi gördüm

Uğraşmaz cühela, içi boşlarla
Ömrünü tüketmez yanlış işlerle
Dillerde dualar gözde yaşlarla
Efe gibi geçen SADİyi gördüm

Gördüm Sadi diye kamil birini
Vereyim dostlara da haberini
Hak yoluna feda sermiş serini
Güzellikler saçan SADİyi gördüm

Gönüllerde tahtı, şanlıdır adı
Sohbeti doyumsuz, tarifsiz tadı
Efe oglu Efe Çögenli Sadi
Kanatsız da uçan SADİyi gördüm
 

Mehmet Remzi

9 Ağustos 2020 Pazar

Medreseden Üniversiteye: Bir kitap ve ilim aşığının hayatı

Prof. Dr. Sadi Çögenli (2014)

Değerli bir ilim insanının biyografisini filme çektim. Şimdi o çekimlerimi deşifre edip yayınlıyorum. Nadir bulunur bir insanın hayatını okumak ve seyretmek isterseniz bu diziyi takip edin.

Prof. Dr. Sadi Çögenli’nin anlatılmaya değer birçok meziyeti var. Bir kere o Türkiyenin medrese eğitimli tek Osmanlıca/Arapça/Farsça uzmanı. Ayrıca o bir kitap aşığı. Kırk bin ciltlik Seyfettin Özege kütüphanesinin kataloğunu çıkarmış. Kendisinin de yüzün üzerinde telif eseri var. Evindeki çalışma odası duvardan duvara kütüphane. Türkiye’de kitapların yasaklandığı, Kuran ve Hadis külliyatlarının çöpe atıldığı bir dönemde evine aramaya gelen polisler çoğu Arapça ve Farsça olan kütüphaneyi görünce arama yapmamaya karar vermişler. Kaldı ki, 3000 kitaplık bir koleksiyonunu da Atatürk üniversitesi merkez kütüphanesine bağışlamış…

Sadi Hocayı 2009 yılında Atatürk Üniversitesi’nde çalışmaya başladığımda tanıdım. O zamanlar rektör yardımcısı idi. Makam kapısının daima açık olması dikkatimi çekmişti. Resmi görevim sırasında fazla bir ilişkimiz olmamıştı. Kendisi rektörlükte lojman tahsisleriyle, kütüphane ve basın-yayın işleriyle ilgileniyordu. Lafını esirgemeyen, hatır için iş yapmayan, prensip sahibi bir ilim insanı olarak biliniyordu.

Samand marka eski bir arabası vardı; onu kullanırdı. Makam arabası kullanmamakla aykırı kişiliği hakkında bir ipucu daha veriyordu aslında ama onu ayrıntılı olarak tanımak için cezaevi günlerimi beklemem gerekiyormuş…

Dört Eylül 2016 günü 40’ın üzerinde başka öğretim elemanıyla birlikte Erzurum Polis Okulu’nun spor salonuna kapatıldığımda Sadi Hocanın da gözaltına alındığını, yakında oraya getirileceğini öğrendim. Açıkçası, saygın bir rektör yardımcısının da orada olması yüreğimi biraz ferahlatmıştı. ‘Demek bu darbeciler iyileri tutukluyorlar’ diye geçirdim içimden.

O günden sonra Hocayla kader birlikteliğimiz bir yıla yakın devam etti. Aynı savcı tarafından sorgulandık. Aynı hakim tarafından iki dakikalık celsede tutuklanmamıza karar verildi ve ikimiz de H-Tip cezaevinin I-6 koğuşuna gönderildik.

Cezaevinde Sadi Hocanın diğer yönlerini de ayrıntılı olarak tanıma imkanım oldu. O bir ilim aşığı. Hem Erzurum’un eski hocalarından medrese eğitimi görmüş, Osman Bektaş’tan icazet almış, hem de üniversite eğitimi alıp profesör olmuş. “Hayatımda ev gezmesine gitmedim. Hep yazacak kitaplarım, yapacak projelerim olurdu” demişti bir defasında. Bir de şu duasından etkilenmiştim: “Allah’ım, bu zalimler çalışmalarıma engel oldu; ömrümü uzat da çıkınca projelerimi tamamlayayım.”

Sadi Hocayla dokuz ay aynı koğuşu paylaştık. Yaşı nedeniyle bazı sağlık sorunları vardı ama yine de bütün işlerini kendisi yapıyordu. Çamaşır yıkamasına dahi yardım etmemizi kabul etmiyordu. “Bu eziyetimi de o zalimlerin ve ortaklarının sırtına yükleyeceğim öbür dünyada” diyordu.

Dokuz aylık birlikteliğimizde kendi kitaplarından Arapça çalıştık. Biraz Arapça bildiğimi düşünüyordum ama Sadi Hocanın yöntemini gördükten sonra gramer açısından hiç bilgimin olmadığını, oysa Arapça öğrenmenin çok kolay ve eğlenceli olduğunu keşfettim. Henüz kendisinden icazet alamasam da bunun hak etmediğim için olduğunu biliyorum.

Tutuklanana kadar Sadi Hocanın Arapça eğitim seti Diyanet ve bazı Kuran kursları dahil birçok yerde okutulurmuş. Tutuklanınca kitaplarını da kullanımdan kaldırmışlar. Tarafgirlik ve ilim düşmanlığı biraraya gelince böyle bir şey çıkıyor ortaya işte…

Daha cezaevindeyken bu renkli simanın biyografisinin yayınlanması gerektiğine karar verdim. Bunu benden iyi yapacak kişiler vardı şüphesiz ama kader bu fırsatı bana vermişti. Ben de Sadi Hoca hayattayken bu projemi gerçekleştirmeyi hedefledim. Daha cezaecinden çıkar çıkmaz ilk fırsatta kendisinden randevu aldım ve evinde misafir olarak bir hafta boyunca video çekimleri yaptım, notlar aldım.

Şimdi bu kitap aşığının hayatını sizlerle paylaşıyorum. Eminim benim hayatımda hiç kimsenin olmadığı kadar fazla iz bırakan bu karakter sizleri de etkileyecektir.

Biyografi çekimlerimi deşifre ettikçe https://www.youtube.com/playlist?list=PLxorIE_ERUTohFxEIcXgew4bOUOEaazGN adresinde yayınlamayı ve https://twitter.com/zekeriyaakturk/ adresinden duyurmayı düşünüyorum.

7 Ağustos 2020 Cuma

Cennet-ül Bakî Kapısı'nda Duyduklarım: Bana Görünmeyin!

(Fotoğraf: https://pixabay.com/de/photos/prophet-moschee-masjid-islam-2249740/)
 
Mescid-i Nebevi, içinde ibadet etmenin daha faziletli olduğu ve kendisine uzak yerlerden ibadet için gidilebilecek 3 mescidden biri. Hadisin ifadesiyle, burada kılınan her namaz bin katıyla değerlendiriliyor.

Bayramı Medine’de geçirme niyetiyle, bayramdan bir hafta önce Medine’ye vardım.
Pandemi nedeniyle bu sene Kurban Bayramı da dahil, Mescid-i Nebevi’de zaman buruk geçiyor. Selamlamaya giden 1 numaralı Selam kapısı sürekli kapalı. Ravza ve selamlama kısmı da ziyaretçilere sürekli kapalı. Mescide belli kapılardan giriş yapılabiliyor ve girişte aynı anda birçok kişinin ateşini ölçebilen cihazlarla ateş ölçülerek mescide girilebiliyor. Şehirde maskesiz dolaşmak yasak olduğu gibi mescide de maskesiz girilmiyor ve maskeyi düzgün takmadığınızda da polisler veya insanlar sizi uyarıyor. Yerdeki halıların ve susadığımızda su içtiğimiz zemzem bidonlarının tamamı da kaldırılmış. Avludaki su içilen çeşmeler de kapatılmış. İçme suyunuzu yanınızda getirmeniz gerekiyor. Kur’an-ı Kerîm’lerin bulunduğu kitaplıklar ve sütunlar üzerindeki raflarda bulunan Kur’an-ı Kerîm’ler de kaldırılmış. Namaz kılacağınız yerler zeminde bantlarla işaretlenmiş. Saflar arasında birer saf boşluk ve yan yana namaz kılma mesafesi olarak da yaklaşık 1,5 metre boşluk bırakılmış. Mescide giriş-çıkış yollarının, mesciddeki ve dışındaki koridorların da genişletildiğini düşününce mescidin kapasitesi 10’da 1’e düşürülmüş.

Namazlar selamlama ve ravza bölümü dışındaki kısımlarda kılınıyor. İmam, selamlama kısmındaki her zamanki yerinde namazı kıldırıyor, selamlama kısmında ve ravzada sadece o alanlarda çalışan polisler, temizlik görevlileri ve bir de cenaze yakınları namaz kılabiliyorlar. Ravzanın hemen arkasındaki birinci şemsiyeli kısım, ravzadan biri alçak ve biri yüksek iki perdeyle ayrılmış durumda. Cemaat, imamın hemen arkasında namaz kılanları namaz esnasında görebilsin diye her namazda müezzinin kametiyle yüksek olan perde açılıyor ve imamın selamıyla tekrar kapatılıyor. 
 
Hemen hemen her vakit cenaze oluyor, sadece yatsı namazı hariç. Yatsı namazına cenaze kabul edilmiyor, çünkü yatsı namazından hemen sonra mescid ve avlusu boşaltılıyor ve bütün kapılar kapatılıyor. İlk kapatılan kapı selamlama kısmından çıkış kapısı olan 41 numaralı Cennet-ül Bakî kapısı oluyor. Bu kapıya gün içinde de polisler yaklaşmamıza müsade etmiyor. Biz de uzaktan muvaceheye bakarak kendimizi Allah Rasûlünün (aleyhisselam) karşısında hissetmeye çalışıyoruz. Ayrıca mescidin hemen yanıbaşındaki Cennet-ül Bakî kabristanı da ziyaretçilere kapalı.

Arefe gününe kadar kalabalık yavaş yavaş artarken tatilin başlamasıyla beraber daha da arttı ve arefe ile bayramın ilk günü en kalabalık iki gün oldu. Arefe orucu nafile oruçlar arasında herhalde en kıymetli oruçtur. Medine’de de o gün mescidde olanların tamamına yakınının oruçlu olduğunu zannediyorum. Mescid ikindi namazında tamamen dolmuştu ve namazdan kısa süre sonra mescidin kapıları dışarıdan girişe kapatıldı. İkindi namazı esnasında şimşek ve gök gürültüleriyle başlayan sağanak yağmur da arefe gününe ayrı bir güzellik kattı. Yeşil kubbeye inen damlaları seyrederken insanlar, gözyaşları içinde semaya dualar gönderdiler. İftar öncesi şişelenmiş zemzem suları ve zarif, minik kutularda üçer tane acve hurması dağıtıldı. Binlerce kişi hep birlikte iftar yaptık. 

Ertesi sabah içeride yer bulamayacağımı biliyordum, avluda yer bulurum düşüncesiyle sabah namazından bir saat önce okunan teheccüd ezanıyla oraya ulaşmama rağmen avlunun kapıları da kapatılmıştı. Hemen avlunun dışında ancak bir yer bulabildim. Polisler kalabalığı kontrol etmekte zorlanıyorlardı. Nitekim cemaat, mescidi ve etrafındaki otelleri çevreleyen 1. çevre yolunun dışına kadar taşmıştı. Sabah namazı sonrası mescidin müezzinlerinin getirdiği tekbirlere eşlik ederek bayram namazını bekledik ve namaz sonrası dağıldık. Pandemi nedeniyle kucaklaşmalar olmadan bayramlaşmalar yapıldı. Birkaç saat sonra Cuma namazına geri gelmek üzere ayrıldık. Bu sefer ezana bir buçuk saat kala gitmeme rağmen, mescidin kapıları kapanmıştı, avlunun kapıları da bir saat kala kapandı. Avluda görevliler namaz kılınacak yerlere hem yerleri belirlemek hem de gelecek cemaate su ikramı için şişe sular koyuyorlardı. Yüzlerce karesi olan bir satranç tahtasının her karesine piyon yerleştirmek gibi. Görülmeye değer, ilginç bir manzaraydı benim için. Cuma saatine yarım saat kala ilk ezan okundu. Cuma saatindeki ikinci ezandan hemen sonra imam hutbeye başladı ve namazdan sonra dağıldık. Cuma gününden sonra ise cemaat azalmaya başladı.

Bayramın üçüncü günü yatsı namazından hemen sonra başlayan sağanak yağmur da görülmeye değerdi. Burada geçirdiğim on gün boyunca hemen her gün ikindiden sonra gökyüzü bulutlarla doldu ve bu günlerin çoğunda da yağmur yağdı Medine’ye.

Bayramın dördüncü günü kılınan ikindi namazı sonrası getirilen son tekbirlerle bayram bitti ve Mescid-i Nebevi de bayram öncesi sakinliğine, sessizliğine ve yalnızlığına döndü.

Selamlamanın kapalı olması ve Efendimizin (aleyhisselam) karşısına geçip selam verememek bana Hz Hamza’nın Uhud’da şehîd edilmesini ve sonradan müslüman olan Hz. Vahşi’ye Efendimiz’in (aleyhisselam) söylediği "bana sık görünme" sözünü hatırlattı. Acaba Türkiye’deki ve dünyadaki müslümanlar olarak hangi Hamza’ların canına kıydık ve kıymaya devam ediyoruz ki, Peygamber Efendimiz (aleyhisselam) "Bana görünmeyin" diyor? Üzerinde derince düşünmeli ve kendimizi hesaba çekmeli değil miyiz?
 
Gönenli Oğuz