13 Aralık 2020 Pazar

Morris from the Santa Village

It was October 2011.

A message came from Morris on my hospitality account. This 28-year-old boy, who set off from Athens on his motorcycle, needed a one-night stay on the Kars, Hopa, Georgia and Azerbaijan route.

We hosted Morris as we did over a hundred other guests we invited to our house. When he arrived at our home in Erzurum, we were surprised: Morris spoke fluent Turkish. When he said, "I am from Santa," my eyes widened in wonder. "Santa is my neighboring village, let's talk about it." I said. Then, he shared the following sad story:

Morris was from Santa but from the Santa Village in Georgia. His father was from the Santa I knew. In 1923, over one million Greeks from Turkey were abandoned from their locations. Morris's family  did not want to believe in this. After all, they did not want to leave their homeland where they lived for hundreds of years... So, the peasants decided to migrate to Georgia, which was closer to their town and wait there, rather than moving to Greece. Somehow soon some smart leader would come out and see the absurdity of asking people leaving their homeland. They too would return to their village after a while ...

You know, the arrangements that Morris's family dreamed of never materialized. Eventually, when Morris was 12, his family immigrated to Greece. He studied there and became an engineer. Now, he has decided to follow in the traces of his ancestors and see Santa in both the Black Sea and Georgia.
I'm sure some racists reading this post will question Morris' goodwill. So, let me open a bracket: The Van earthquake occurred shortly after Morris left us. Do you know what he did when he heard about the earthquake? He changed its route to Georgia, joined the volunteers in Van and helped for a while.

"Our people named the village they founded in Georgia Santa. Only Turkish was spoken in our village. I learned Greek after I returned to Greece when I was 12 years old." says Morris.

Do you know why I shared the story of Morris from Santa? I shared it so that maybe you read and think.

I do not know if the Greeks who oppressed the Turks in Western Thrace do the same, but maybe those who live in the houses former Greeks from the Black Sea, such as me, feel what the former inhabitants of those towns experienced, how they were exposed to traumas, and so they can empathize.

I shared this story to make you understand that it is nonsense to declare those hundreds of years old friends and neighbors in one day.

I shared this story with the hope that my fellow from the Black Sea who feels sorry about the Bosnian raped by her Serbian neighbor, reflects that the person who made the quarry stone in his house was a Greek who died during a forcible exchange journey.

Why hadn't anyone told me that the cornerstones of the house where my childhood passed were put by Greeks? Did they want to forget what happened? Or was it that ordinary to use the neighbor's land, house, and belongings?

I question them and speak, but I also know that human beings have made the same mistakes throughout history. And I'm afraid they will continue to do it anyway. However, I hope that even a few people understand this mistake and stop cruelty and nonsense.

I ask myself, "How could people mark the people they considered as teachers, doctors and nurses until the day before as treacherous?"

I wonder if some of the turbaned imams said for the Greeks who were forced to exchange too: "Their wives, daughters, schools and institutions are a godsend for you. Use them as you wish"

I ask myself "How come my uncle, who witnessed the imbeciles who shot a bullet at their neighbor on September 12 events in Turkey, was able to call me a terrorist?"

Then I look and see: Believing the words of a mad and cruel dictator, millions of Germans did the same treating their neighbors as terrorists, collapsing their property, helping their persecution, and burning them in camps.

So the same wheel of cruelty will keep repeating again in this old world. The persecutors will sometimes be Fascists, sometimes Communists, sometimes Christians, sometimes Hindus, sometimes Muslims, but mostly relatives, neighbors and friends ...

However, even the shadow of illegitimate goods is illegitimate. Therefore, object when your neighbor, relatives or other people are asked to be persecuted. Say to those who ask you to do so "Shut up you idiot!". In fact, not only do not be a party to the persecution, but also try to prevent it. Otherwise, Morris from Santa yesterday, Zechariah with Sifter today, you tomorrow, this cruelty will go on and on...

Santalı Morris


Ekim 2011 idi.

Konukseverlik hesabıma Morris'ten bir mesaj geldi. Atina'dan motorsikletiyle yola çıkan bu 28 yaşındaki delikanlının Kars, Hopa, Gürcistan ve Azerbaycan rotasında bir gecelik konaklamaya ihtiyacı varmış.

Evimize davet ettiğimiz yüzün üzerindeki diğer konuk gibi Morris'i de misafir ettik. Ancak, Erzurum'daki evimize geldiğinde bir sürprizle karşılaştık: Morris akıcı bir şekilde Türkçe konuşuyordu. "Ben Santalıyım" dediğinde ise gözlerim merak içinde açılmıştı. "Santa benim komşu köyüm, hele anlat." dedim. Şu acıklı hikayeyi paylaştı:

Morris Santalı ama Gürcistan'daki Santa'dan. Esas babası bizim Santalıymış. Lozan Barış Antlaşması sonrasında bir milyonun üzerinde Hrıstiyan Rum'dan Türkiye'yi terk etmeleri istendiğinde Santalı Rumlar olanlara inanmak istememişler. Sonuçta yüzlerce yıldır yaşadıkları vatanlarını terk edeceklerdi... Köylüler, Yunanistan'a gitmektense daha yakın olan Gürcistan'a göçüp orada beklemeye karar vermişler. Nasılsa yakında akıllı birileri çıkar ve insanların vatanlarını terk etmesinin saçmalığını görürdü. Onlar da bir süre sonra köylerine geri dönerdi...

Biliyorsunuz; Morris'in ailesinin hayal ettiği düzenlemeler bir türlü gerçekleşmemiş. Sonunda, Morris 12 yaşındayken ailesi Yunanistan'a göç etmiş. Orada okuyup mühendis olmuş. Şimdi de atalarının izlerini sürmeye ve hem Karadeniz'deki, hem de Gürcistan'daki Santa'yı görmeye karar vermiş. Bu yazıyı okuyan bazı ırkçıların Morris'in iyi niyetini sorgulayacağına eminim. Onun için şunu antrparantez belirteyim: Morris bizden ayrıldıktan kısa süre sonra Van depremi oldu. Depremi duyunca ne yaptı biliyor musunuz? Gürcistan rotasını değiştirip Van'daki gönüllülerin arasına katıldı ve bir süre yardım etti.

"Bizimkiler Gürcistan'da kurdukları köye Santa adını vermişti. Köyümüzde Türkçe konuşulurdu. Rumcayı 12 yaşımda Yunanistan'a döndükten sonra öğrendim." diyor Morris.

Santalı Morris'in hikayesini neden paylaştım biliyor musunuz? Belki okuyup düşünürsünüz diye paylaştım.

Batı Trakya'daki Türklere zulmeden Rumlar da aynısını yapar mı bilemiyorum ama belki benim gibi Karadenizli Rumlardan kalma evlerde yaşayanlar o beldelerin eski sakinlerinin neler yaşadıklarını, nasıl travmalara maruz kaldıklarını hisseder ve empati yaparlar diye paylaştım.

Belki, yüzlerce yıllık dostları ve komşuları bir günde düşman ilan edilen insanlar bunun saçmalığını düşünür diye paylaştım.

Sırp komşusunun tecavüzüne uğrayan Bosnalıya üzülen Karadenizli hemşerim, evindeki ocak taşını yapanın, zorla çıkarıldığı mübadele yolculuğunda ölen bir Rum olduğunu düşünsün diye paylaştım.Sahi, çocukluğumun geçtiği evin temel taşlarının Rumlardan kalma olduğunu neden kimse söylememişti bana? Unutmak mı istiyorlardı yaşananları? Ya da o kadar sıradan mı geliyordu komşusunun arazisini, evini, eşyasını kullanmak?

Bunları sorgulayıp söylüyorum ama bir taraftan da biliyorum ki, insanoğlu tarih boyunca aynı hataları yapagelmiş. Korkarım yine de yapmaya devam edecekler. Ümidim o ki, birkaç kişi de olsa bu yanlışı anlasın ve zulme, saçmalığa dur desin.

Kendime soruyorum; insanlar bir gün öncesine kadar öğretmeni, doktoru, hemşiresi diye saydığı insanlara bir gün sonra nasıl hain damgası vurabildiler? Acaba mübadeleye zorlanan Rumlar için de bazı sarıklılar "Bunların karıları kızları okulları kurumları sizlere ganimettir. Alın tepe tepe kullanın" demiş miydi?

Kendime soruyorum; "Nasıl olmuş da 12 Eylül döneminde komşusuna kurşun sıkan embesillere şahitlik etmiş olan amcam bana terörist diyebilmişti?"

Sonra bakıyorum, bir kaçık ve zalim diktatörün sözüne inanıp komşularına terörist muameleri yapan, mallarına çöken, kamplarda zulmedilip yakılmalarına yardım eden, göz yuman milyonlarca Alman da aynısını yapmış.

Demek yine aynı zulüm çarkı tekrarlayıp duracak bu ihtiyar dünyamızda. Zulmedenlerse bazen Faşist, bazen Komunist, bazen Hrıstiyan, bazen Hindu, bazen de Müslüman ama çoğunlukla akrabalar, komşular ve arkadaşlar olacak...

Oysa haram malın gölgesi bile haramdır. O nedenle sen sen ol, komşuna, akrabana, başka insanlara zulmedilmesi istendiğinde itiraz et. "Hadi ordan embesil!" de. Hatta sadece zulme taraf olmamakla kalma, zalime engel olmaya da çalış. Yoksa dün Santalı Morris, bugün Sifterli Zekeriya, yarın sen, bu devran böyle döner gider...

2 Kasım 2020 Pazartesi

Let the world hear: I have regrets!

 I have regrets!
I ask forgiveness for my mistakes.
I did not knowingly and directly persecute anyone. But I have sins that I regret.

***
To regret requires admitting the mistake. I admit that I did wrong.
Regret entails being nagged and sorry for what you have done. I am sorry for my wrong actions.
One who regrets should be determined not to make his mistake again. I will not repeat my errors.
Regretting blatant crimes can’t be kept secret, it must be said openly. I'm screaming from here; Let the whole world hear!
Repentance requires the punishment of the crime. I was unjustly in prison for 14 months, lost my job, my honor, and finally, left my country. I'm okay with my punishment for my righteous crimes.
Repentance involves paying back rights. Right holders who are alive can refer to me. However, I will account for those who died in the afterlife.
***

  • I condemned the Israeli soldier who broke the arm of the Palestinian boy, but I remained indifferent to the millions of Jews murdered in Germany.
  • I empathized with the Turks who were persecuted in the Balkans, but I did not think about what happened to the Armenians and Greeks I was residing their houses.
  • I participated in marches for Palestine but I had not even heard of the people experimented with in Namibia.
  • I attended the sit-in protests for girls wearing headscarves but ignored the discrimination against LGBT’s.
  • I cursed those who persecuted Said Nursi, but I did not even ask about the murderers of Bahriye Üçok.
  • I heard a grudge against Seyyid Kutub's murderers, but I did not even investigate who Ahmet Taner Kışlalı was.
  • I said "I cannot applaud the malice, I can never love the cruel", but I voted for the AKP, the architect of the KHK decree-law cruelty.
  • I hated the murderers of Hazrat Hussein, but kept silent about the massacre of the innocent in Japan.
  • There were times when I kept my prayers secret because of pressure, but I did not worry about the problems of non-Muslims.
  • I read the ordeal of the Crimean Turks but I did not struggle enough for the Romans.
  • I cursed the Chinese persecution of the Uighurs but did not care enough about the oppressed North Koreans.
  • I condemned Muhsin Yazıcığlu's imprisonment, but I did not question Ahmet Şık's arrest.
  • I cried over what happened to Alija Izetbegovic, but what happened to Nelson Mandela did not interest me much.
  • I was not sorry for the execution of Adnan Menderes as much as Deniz Gezmiş and Yusuf Aslan.
  • I protested the discrimination against Merve Kavakçı, but I watched Uğur Mumcu's murder like a documentary.
  • I felt sorry for the religious soldiers expelled of the army, but I did not deal with the problems of the Alevi’s.
  • I was worried about Rohingya Muslims, but I couldn't see what was done to the Kurds right under my nose.
  • I either did not know what happened to Nazım Hikmet, Ahmet Kaya and many others, or I ignored them.
  • I just learned that Jose Mujica has been imprisoned for 14 years.
  • What interested me that Gandhi was killed ...
  • Animal experiments, rainforest destruction, draining of streams, and water pollution were not priority issues to me.

***
I definitely have further regrets that I don't remember now.
However, the murderers of Aylan and Bekir who drowned in Meriç were the same ...
Those who persecuted Ahmet Kaya and those who imprisoned Ahmet Altan were no different.
But I noticed them late.
No matter, although late, I realized my mistakes, and I express my regret.
Do you have regrets too? Or just benefiting from the effective repentance law?
If you regret, do what it requires!

1 Kasım 2020 Pazar

Pişmanım - Dünya Duysun

Pişmanım

Hatalarım için af diliyorum

Bilerek ve doğrudan kimseye zulmetmedim. Ama pişmanlık duyduğum hatalarım var.

***

Pişmanlık, hatayı kabul etmeyi gerektirir. Hatalarımı kabul ediyor ve itiraf ediyorum.

Pişmanlık, nedamed duymayı, yaptıklarına üzülmeyi gerektirir. Üzgünüm.

Pişman, hatasını tekrar yapmamaya azmetmelidir. Hatalarımı tekrarlamayacağım.

Aleni suçların pişmanlığı gizli olmaz, açıktan söylenmeli. Buradan haykırıyorum; bütün dünya duysun!

Pişmanlık, suçun cezasını çekmeyi gerektirir. Haksız yere 14 ay hapis yattım, işimi, onurumu kaybettim, ülkemi terk ettim. Haklı suçlarım için cezam neyse razıyım. 

Pişmanlık, hak sahiplerine haklarını ödemeyi gerektirir. Yaşayan hak sahipleri benden haklarını misliyle alabilirler. Ölenlere öteki dünyada hesap vereceğim.

***

  • Filistinli çocuğun kolunu kıran İsrailli askeri kınadım ama Almanya'da katledilen milyonlarca yahudiye kayıtsız kaldım.
  • Balkan'larda zulmedilen Türklere empati yaptım ama Evlerinde oturduğum Ermeni ve Yunan'ların başına gelenleri düşünmedim.
  • Filistin için yürüyüşlere katıldım ama Namibya'da üzerlerinde deney yapılan insanları duymamıştım bile.
  • Başörtülü kızların oturma eylemine katıldım ama LGBT'lere yapılan ayrımcılığı görmezden geldim.
  • Said Nursi'ye zulmedenleri lanetledim ama Bahriye Üçok'un katillerini sormadım bile.
  • Seyyid Kutub'un katillerine kin duydum ama Ahmet Taner Kışlalı'nın kim olduğunu bile araştırmadım.
  • "Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem" dedim ama KHK zalimliğinin mimarı AKP'ye oy verdim.
  • Hazreti Hüseyin'in katillerinden nefret ettim ama Japonya'daki masumların katledilmesine sustum.
  • Baskıdan namazımı gizli kıldığım zamanlar oldu ama gayrımüslimlerin dertleriyle dertlenmedim.
  • Kırım Türklerinin çilesini okudum ama Romanlar için yeterince mücadele etmedim.
  • Uygurlara yapılan Çin zulmünü lanetledim ama baskı altındaki Kuzey Korelileri yeterince umursamadım.
  • Muhsin Yazıcığlu'nun hapsedilmesini ayıpladım ama Ahmet Şık'ın tutuklanmasını sorgulamadım.
  • Aliya İzzetbegoviç'e yapılanlara ağladım ama Nelson Mandela'nın başına gelenler beni fazlaca ilgilendirmedi.
  • Adnan Menderes'in idamına üzüldüğüm kadar Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan'a üzülmedim.
  • Merve Kavakçı'ya yapılan ayrımcılığı protesto ettim ama Uğur Mumcu'un katledilmesini belgesel gibi seyrettim.
  • Ordudan atılan dindar askerlere üzüldüm ama Alevilerin sorunlarıyla ilgilenmedim.
  • Rohinyalı Müslümanlar için dertlendim ama burnumun dibinde Kürtlere yapılanları göremedim.
  • Nazım Hikmet, Ahmet Kaya ve daha nice insanların başına gelenlerden ya haberim olmadı, ya da kulak ardı ettim.
  • Jose Mujica'nın 14 yıl hapiste kaldığını yeni öğrendim.
  • Gandi'nin öldürülmesi beni ne ilgilendiriyordu ki...
  • Hayvan deneyleri, yağmur ormanlarının yok edilmesi, derelerin kurutulması, suların kirletilmesi benim öncelikli sorunlarım değildi.

***

Şimdi hatırlamadığım pişmanlıklarım da vardır mutlaka.

Oysa Meriç'te boğulan Aylan ve Bekir'in katilleri aynıydı...

Ahmet Kaya'ya zulmedenlerle Ahmet Altan'ı hapse atanlar birbirinden farklı değildi.

Ama ben bunları geç fark ettim. 

Olsun, geç de olsa fark ettim ve pişmanlığımı dile getiriyorum. 

Sen de pişman mısın? Yoksa sadece "etkin pişman" mı?

Eğer pişmansan gereğini yap!


20 Ağustos 2020 Perşembe

Sadi'yi Gördüm

 SADİ'Yİ GÖRDÜN MÜ?
🌹🌹🌹🌹🌹


İnsana sevgi dolu bakışıyla
Mutluluklar saçan  SADİyi gördüm
Dünya güzel elbet yazı kışıyla
Kışta çiçek açan SADİyi gördüm

Bilirim kimseye kötülüğü yok
Gönlünde şefkati sevgisi ne çok
Kul hakkı yemez hem gözü-gönlü tok
Hep doğruyu seçen SADİyi gördüm

Derdinle dertlenip gelir yanına
Şefkatiyle işler senin canına
Hikmetli sözlerle zevk verir sana
Her an ilim saçan SADİyi gördüm

Gözleri dolup da taşsa selinde
Kadere teslimdir kendi gönlünde
İsyan şekva olmaz bir gün dilinde
Derd şerbeti içen SADİyi gördüm

Uğraşmaz cühela, içi boşlarla
Ömrünü tüketmez yanlış işlerle
Dillerde dualar gözde yaşlarla
Efe gibi geçen SADİyi gördüm

Gördüm Sadi diye kamil birini
Vereyim dostlara da haberini
Hak yoluna feda sermiş serini
Güzellikler saçan SADİyi gördüm

Gönüllerde tahtı, şanlıdır adı
Sohbeti doyumsuz, tarifsiz tadı
Efe oglu Efe Çögenli Sadi
Kanatsız da uçan SADİyi gördüm
 

Mehmet Remzi

9 Ağustos 2020 Pazar

Medreseden Üniversiteye: Bir kitap ve ilim aşığının hayatı

Prof. Dr. Sadi Çögenli (2014)

Değerli bir ilim insanının biyografisini filme çektim. Şimdi o çekimlerimi deşifre edip yayınlıyorum. Nadir bulunur bir insanın hayatını okumak ve seyretmek isterseniz bu diziyi takip edin.

Prof. Dr. Sadi Çögenli’nin anlatılmaya değer birçok meziyeti var. Bir kere o Türkiyenin medrese eğitimli tek Osmanlıca/Arapça/Farsça uzmanı. Ayrıca o bir kitap aşığı. Kırk bin ciltlik Seyfettin Özege kütüphanesinin kataloğunu çıkarmış. Kendisinin de yüzün üzerinde telif eseri var. Evindeki çalışma odası duvardan duvara kütüphane. Türkiye’de kitapların yasaklandığı, Kuran ve Hadis külliyatlarının çöpe atıldığı bir dönemde evine aramaya gelen polisler çoğu Arapça ve Farsça olan kütüphaneyi görünce arama yapmamaya karar vermişler. Kaldı ki, 3000 kitaplık bir koleksiyonunu da Atatürk üniversitesi merkez kütüphanesine bağışlamış…

Sadi Hocayı 2009 yılında Atatürk Üniversitesi’nde çalışmaya başladığımda tanıdım. O zamanlar rektör yardımcısı idi. Makam kapısının daima açık olması dikkatimi çekmişti. Resmi görevim sırasında fazla bir ilişkimiz olmamıştı. Kendisi rektörlükte lojman tahsisleriyle, kütüphane ve basın-yayın işleriyle ilgileniyordu. Lafını esirgemeyen, hatır için iş yapmayan, prensip sahibi bir ilim insanı olarak biliniyordu.

Samand marka eski bir arabası vardı; onu kullanırdı. Makam arabası kullanmamakla aykırı kişiliği hakkında bir ipucu daha veriyordu aslında ama onu ayrıntılı olarak tanımak için cezaevi günlerimi beklemem gerekiyormuş…

Dört Eylül 2016 günü 40’ın üzerinde başka öğretim elemanıyla birlikte Erzurum Polis Okulu’nun spor salonuna kapatıldığımda Sadi Hocanın da gözaltına alındığını, yakında oraya getirileceğini öğrendim. Açıkçası, saygın bir rektör yardımcısının da orada olması yüreğimi biraz ferahlatmıştı. ‘Demek bu darbeciler iyileri tutukluyorlar’ diye geçirdim içimden.

O günden sonra Hocayla kader birlikteliğimiz bir yıla yakın devam etti. Aynı savcı tarafından sorgulandık. Aynı hakim tarafından iki dakikalık celsede tutuklanmamıza karar verildi ve ikimiz de H-Tip cezaevinin I-6 koğuşuna gönderildik.

Cezaevinde Sadi Hocanın diğer yönlerini de ayrıntılı olarak tanıma imkanım oldu. O bir ilim aşığı. Hem Erzurum’un eski hocalarından medrese eğitimi görmüş, Osman Bektaş’tan icazet almış, hem de üniversite eğitimi alıp profesör olmuş. “Hayatımda ev gezmesine gitmedim. Hep yazacak kitaplarım, yapacak projelerim olurdu” demişti bir defasında. Bir de şu duasından etkilenmiştim: “Allah’ım, bu zalimler çalışmalarıma engel oldu; ömrümü uzat da çıkınca projelerimi tamamlayayım.”

Sadi Hocayla dokuz ay aynı koğuşu paylaştık. Yaşı nedeniyle bazı sağlık sorunları vardı ama yine de bütün işlerini kendisi yapıyordu. Çamaşır yıkamasına dahi yardım etmemizi kabul etmiyordu. “Bu eziyetimi de o zalimlerin ve ortaklarının sırtına yükleyeceğim öbür dünyada” diyordu.

Dokuz aylık birlikteliğimizde kendi kitaplarından Arapça çalıştık. Biraz Arapça bildiğimi düşünüyordum ama Sadi Hocanın yöntemini gördükten sonra gramer açısından hiç bilgimin olmadığını, oysa Arapça öğrenmenin çok kolay ve eğlenceli olduğunu keşfettim. Henüz kendisinden icazet alamasam da bunun hak etmediğim için olduğunu biliyorum.

Tutuklanana kadar Sadi Hocanın Arapça eğitim seti Diyanet ve bazı Kuran kursları dahil birçok yerde okutulurmuş. Tutuklanınca kitaplarını da kullanımdan kaldırmışlar. Tarafgirlik ve ilim düşmanlığı biraraya gelince böyle bir şey çıkıyor ortaya işte…

Daha cezaevindeyken bu renkli simanın biyografisinin yayınlanması gerektiğine karar verdim. Bunu benden iyi yapacak kişiler vardı şüphesiz ama kader bu fırsatı bana vermişti. Ben de Sadi Hoca hayattayken bu projemi gerçekleştirmeyi hedefledim. Daha cezaecinden çıkar çıkmaz ilk fırsatta kendisinden randevu aldım ve evinde misafir olarak bir hafta boyunca video çekimleri yaptım, notlar aldım.

Şimdi bu kitap aşığının hayatını sizlerle paylaşıyorum. Eminim benim hayatımda hiç kimsenin olmadığı kadar fazla iz bırakan bu karakter sizleri de etkileyecektir.

Biyografi çekimlerimi deşifre ettikçe https://www.youtube.com/playlist?list=PLxorIE_ERUTohFxEIcXgew4bOUOEaazGN adresinde yayınlamayı ve https://twitter.com/zekeriyaakturk/ adresinden duyurmayı düşünüyorum.

7 Ağustos 2020 Cuma

Cennet-ül Bakî Kapısı'nda Duyduklarım: Bana Görünmeyin!

(Fotoğraf: https://pixabay.com/de/photos/prophet-moschee-masjid-islam-2249740/)
 
Mescid-i Nebevi, içinde ibadet etmenin daha faziletli olduğu ve kendisine uzak yerlerden ibadet için gidilebilecek 3 mescidden biri. Hadisin ifadesiyle, burada kılınan her namaz bin katıyla değerlendiriliyor.

Bayramı Medine’de geçirme niyetiyle, bayramdan bir hafta önce Medine’ye vardım.
Pandemi nedeniyle bu sene Kurban Bayramı da dahil, Mescid-i Nebevi’de zaman buruk geçiyor. Selamlamaya giden 1 numaralı Selam kapısı sürekli kapalı. Ravza ve selamlama kısmı da ziyaretçilere sürekli kapalı. Mescide belli kapılardan giriş yapılabiliyor ve girişte aynı anda birçok kişinin ateşini ölçebilen cihazlarla ateş ölçülerek mescide girilebiliyor. Şehirde maskesiz dolaşmak yasak olduğu gibi mescide de maskesiz girilmiyor ve maskeyi düzgün takmadığınızda da polisler veya insanlar sizi uyarıyor. Yerdeki halıların ve susadığımızda su içtiğimiz zemzem bidonlarının tamamı da kaldırılmış. Avludaki su içilen çeşmeler de kapatılmış. İçme suyunuzu yanınızda getirmeniz gerekiyor. Kur’an-ı Kerîm’lerin bulunduğu kitaplıklar ve sütunlar üzerindeki raflarda bulunan Kur’an-ı Kerîm’ler de kaldırılmış. Namaz kılacağınız yerler zeminde bantlarla işaretlenmiş. Saflar arasında birer saf boşluk ve yan yana namaz kılma mesafesi olarak da yaklaşık 1,5 metre boşluk bırakılmış. Mescide giriş-çıkış yollarının, mesciddeki ve dışındaki koridorların da genişletildiğini düşününce mescidin kapasitesi 10’da 1’e düşürülmüş.

Namazlar selamlama ve ravza bölümü dışındaki kısımlarda kılınıyor. İmam, selamlama kısmındaki her zamanki yerinde namazı kıldırıyor, selamlama kısmında ve ravzada sadece o alanlarda çalışan polisler, temizlik görevlileri ve bir de cenaze yakınları namaz kılabiliyorlar. Ravzanın hemen arkasındaki birinci şemsiyeli kısım, ravzadan biri alçak ve biri yüksek iki perdeyle ayrılmış durumda. Cemaat, imamın hemen arkasında namaz kılanları namaz esnasında görebilsin diye her namazda müezzinin kametiyle yüksek olan perde açılıyor ve imamın selamıyla tekrar kapatılıyor. 
 
Hemen hemen her vakit cenaze oluyor, sadece yatsı namazı hariç. Yatsı namazına cenaze kabul edilmiyor, çünkü yatsı namazından hemen sonra mescid ve avlusu boşaltılıyor ve bütün kapılar kapatılıyor. İlk kapatılan kapı selamlama kısmından çıkış kapısı olan 41 numaralı Cennet-ül Bakî kapısı oluyor. Bu kapıya gün içinde de polisler yaklaşmamıza müsade etmiyor. Biz de uzaktan muvaceheye bakarak kendimizi Allah Rasûlünün (aleyhisselam) karşısında hissetmeye çalışıyoruz. Ayrıca mescidin hemen yanıbaşındaki Cennet-ül Bakî kabristanı da ziyaretçilere kapalı.

Arefe gününe kadar kalabalık yavaş yavaş artarken tatilin başlamasıyla beraber daha da arttı ve arefe ile bayramın ilk günü en kalabalık iki gün oldu. Arefe orucu nafile oruçlar arasında herhalde en kıymetli oruçtur. Medine’de de o gün mescidde olanların tamamına yakınının oruçlu olduğunu zannediyorum. Mescid ikindi namazında tamamen dolmuştu ve namazdan kısa süre sonra mescidin kapıları dışarıdan girişe kapatıldı. İkindi namazı esnasında şimşek ve gök gürültüleriyle başlayan sağanak yağmur da arefe gününe ayrı bir güzellik kattı. Yeşil kubbeye inen damlaları seyrederken insanlar, gözyaşları içinde semaya dualar gönderdiler. İftar öncesi şişelenmiş zemzem suları ve zarif, minik kutularda üçer tane acve hurması dağıtıldı. Binlerce kişi hep birlikte iftar yaptık. 

Ertesi sabah içeride yer bulamayacağımı biliyordum, avluda yer bulurum düşüncesiyle sabah namazından bir saat önce okunan teheccüd ezanıyla oraya ulaşmama rağmen avlunun kapıları da kapatılmıştı. Hemen avlunun dışında ancak bir yer bulabildim. Polisler kalabalığı kontrol etmekte zorlanıyorlardı. Nitekim cemaat, mescidi ve etrafındaki otelleri çevreleyen 1. çevre yolunun dışına kadar taşmıştı. Sabah namazı sonrası mescidin müezzinlerinin getirdiği tekbirlere eşlik ederek bayram namazını bekledik ve namaz sonrası dağıldık. Pandemi nedeniyle kucaklaşmalar olmadan bayramlaşmalar yapıldı. Birkaç saat sonra Cuma namazına geri gelmek üzere ayrıldık. Bu sefer ezana bir buçuk saat kala gitmeme rağmen, mescidin kapıları kapanmıştı, avlunun kapıları da bir saat kala kapandı. Avluda görevliler namaz kılınacak yerlere hem yerleri belirlemek hem de gelecek cemaate su ikramı için şişe sular koyuyorlardı. Yüzlerce karesi olan bir satranç tahtasının her karesine piyon yerleştirmek gibi. Görülmeye değer, ilginç bir manzaraydı benim için. Cuma saatine yarım saat kala ilk ezan okundu. Cuma saatindeki ikinci ezandan hemen sonra imam hutbeye başladı ve namazdan sonra dağıldık. Cuma gününden sonra ise cemaat azalmaya başladı.

Bayramın üçüncü günü yatsı namazından hemen sonra başlayan sağanak yağmur da görülmeye değerdi. Burada geçirdiğim on gün boyunca hemen her gün ikindiden sonra gökyüzü bulutlarla doldu ve bu günlerin çoğunda da yağmur yağdı Medine’ye.

Bayramın dördüncü günü kılınan ikindi namazı sonrası getirilen son tekbirlerle bayram bitti ve Mescid-i Nebevi de bayram öncesi sakinliğine, sessizliğine ve yalnızlığına döndü.

Selamlamanın kapalı olması ve Efendimizin (aleyhisselam) karşısına geçip selam verememek bana Hz Hamza’nın Uhud’da şehîd edilmesini ve sonradan müslüman olan Hz. Vahşi’ye Efendimiz’in (aleyhisselam) söylediği "bana sık görünme" sözünü hatırlattı. Acaba Türkiye’deki ve dünyadaki müslümanlar olarak hangi Hamza’ların canına kıydık ve kıymaya devam ediyoruz ki, Peygamber Efendimiz (aleyhisselam) "Bana görünmeyin" diyor? Üzerinde derince düşünmeli ve kendimizi hesaba çekmeli değil miyiz?
 
Gönenli Oğuz

22 Temmuz 2020 Çarşamba

Mazlum(un) Destan(ı) - Cezaevinden iniltiler

Zâlimlere dedirir bir gün kudret-i mevlâ,
Tallahi lekad âserakellâhu aleynâ. (Ziya Paşa)

Tutuklu kaldığım 14 ay boyunca hem okudum, hem de yazdım. Zaten orada yapabileceğiniz başka fazla bir şey yok...
 
İSTİKBAL

Masal değil, bir destandır bu, dinle!
Tefekkür edeyim ben de seninle.

“Şiiri ayak sesinden tanırım,
Ama şairliğimden utanırım”[1]

Diyorsa Bedri Rahmi, usta şair,
Benim şiir yazmam elbet kebair…

Ne var ki, kalbim var; ve algılarım;
Kalp dilim olmamasından bîzârım.[2]

Bir de gördüklerim, yaşadıklarım;
İnsanım. Aklım, sorumluluklarım…

İstedim ders alsın dostum, ahbabım,
Türüm, hemcinsim ve çocuklarım.

Olsun benim de hayırla ananım,
Bu sebepledir karalamalarım.

Hoş gör, bağışla; vardır hatalarım,
Samimidir sözüm ve duygularım.

Kafeste inlerken yazdım bu derdi,
Annem, “mesut ne yazar ki” derdi…

O kafestir beni olgunlaştıran,
Acı zakkumlardan ilaç yaptıran;

“Mahsuni Şerif’im dindir acını,
Bazı acılardan al ilacını”[3]

Terörle anıldım, ondan inlerim,
İlacım destanlardır, dinlerim.


[1] Bedri Rahmi Eyüboğlu. Türküler Dolusu
Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası
Ayak seslerinden tanırım
Ne zaman bir köy türküsü duysam
Şairliğimden utanırım
[2] Mehmet Akif Ersoy. Safahat. Ağlarım Ağlatamam
Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem;
Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım!
[3] Âşık Mahsuni Şerif
Mahsuni şerifim dindir acını,
Bazı acılardan al ilacını,
Pir sultanlar gibi darağacını,
Bilmem boylasam mı boylamasam mı?
 
Bir mazlumun cezaevindeki iniltilerini okumak isterseniz buyurun: https://drive.google.com/file/d/1KeSXKV7w8K1ghT_P2bMrKi5QSvsDHhcu

7 Temmuz 2020 Salı

Rüyada Annemle (Prof. Haluk Savaş'a ithaf - Mehmet Ramoğlu)

RÜYADA ANNEMLE
(Prof.Haluk Savaş'a ithaf..)
🌹🌹🌹
Ah be memleketim yine işgal altında
Ne fakir köylüsü ne şehirlisi farkında
*
İyiler hapis ya da sürgün yaban ellerde
Fitne fesat kaynıyor hemen hemen her yerde..
*
Şiddetli kara bir kış yine her yanı sardı,
Yirmidört saat soğuk karanlık gece vardı.
*
Yaşlı gözlerle bakıp ıslak seccadesine
Annem kulak kesildi fırtınanın sesine..
*
Karla kaplanmış camdan bakıp sesi dinledi
Yorgun kısık sesiyle "Allah" diye inledi..
*
Sonra bana bakarak sustu kısa bir zaman
"Ne soguk gece" dedi "aman Allahım aman.."
**
Sabır oğlum; elbette geçer karlı geceler
Fırtınalı tipili bu rüzgarlı geceler ..
*
Gözüm sisin ardından mazimize dalıyor..
Hatıralar şu yorgun kalbimi hırpalıyor
*
Binlerce masum mazlum çocuğun bunca ahı..
Indirmez mi sanırsın tahtından zalim şahı !
**
Bu emsalsiz bir zulüm ahlar arşa dayanır
Bekle oğlum sabırla millet elbet uyanır..
**
Mevlâ en büyük derdi  peygamberlere vermiş
Bunca belâ musibet bizim kaderde varmış..
*
Şimdi toparlan nerde  hatan var hesabın gör
Belanın ardındaki rahmeti hikmeti gör..
 **
Allah adaletlidir seyreyle neler eyler..
İsyan etme bak Allah sabreyle neler eyler..
*
Allah nasıl intikam alacak zalimlerden..
Dilsiz şeytan olmuş o fetvacı alimlerden (!)
*
Bilmezmisin insanlar zalim kader adildir
Müminler mazlum müşfik temkinli mutedildir..
*
Hayırları Allahtan şerleri nefsinden bil
Zalime dik dur oğlum mazluma karşı zelil !
*
Haşirde tecelli edince Allahın gazabı
Zalimler tadar elbet cehennemde azabı..
*
İşi Allaha bırak teslim ol tevekkül et
Allah kula zulmetmez hayır olur akibet..
*
Annem devam ediyor gözü nemli buğulu..
Sözleri tane tane anlaşılır duygulu !
*
Bak oğlum gece soguk kardan yollar kapalı..
Hangi kış var ki söyle ilkbahara kapalı ..
*
Anne dedim zalimler niçin azdıkça azdı !
Oğlum dedi kendine onlar cehennem kazdı..
*
Sana düşen şey durmak değil hizmet etmektir.
Hak yolunda ümitle durmaksızın gitmektir..
*
Mümin bozguna  uğrar hatta yakılabilir
Amma yeniden doğar küllerinden dirilir..
**
Haktır amma ölüme teslim olmak da yoktur
Yeis şeytanın attığı zehirli bir oktur..
*
Annem bir ah çekerek bitirdi sözlerini.
Yüzüme çevirip de o dalgın gözlerini:
**
“Oglum acı günleri yeni gördün sen" dedi
Tekrar cama bakarak ah ahh diye inledi.!!
**
Bugün bana annemin bu ah'tır hatırası
İçindedir annemin hayalleri rüyası.
*
Oğlum dedi annem babamın ruhu bile
Izdırabla inliyor bu zulmün matemiyle.
*
Esir vatanım düşman çizmesinin altında
Ne cahil cühelâ ne okumuşu farkında !
*
M. Ramoğlu

6 Temmuz 2020 Pazartesi

Sadi


Erzurum Şükrüpaşa H-tipi Cezaevinde terör zanlısı olarak hapsedilen koğuş arkadaşım Prof. Dr. M. Sadi Çögenli.

Onu az daha tanıtayım size,
Dokunacak kesin rikkatinize.

Bir bilim ve kitap aşığı Sadi,
Osman Bektaş’ın talebesi Sadi,

Pervizli medreseye gitti Sadi,
Bilmem kaç icazet sahibi Sadi,

Arapça, Farsça, fıkh deryası Sadi,
Osmanlıca metin uzmanı Sadi,

Kitap hafızı, kalp hırsızı Sadi,
Kırk bin cilt katalog yazarı Sadi,

Ömründe misafirlik bilmez Sadi,
“Ömrüm olsa, kitap yazsam” der Sadi,

Kırk yaşında Kazak’ta rektör Sadi,
Kazak’tan devlet madalyalı Sadi,

O gün dinini bilmeyen Kazak çok,
Tuvaletlerde kapı bile yok…

Hela, hamam ortak cancağızım,
Slogan: “Utanmaktan utanmak lazım.”

Doğu dillerinde liderdir Sadi,
Telif eseri yüzü aşmış Sadi,

Yüz “Erzurum Yüzü”[2] yazdıran Sadi,
Ata saygısıyla dopdolu Sadi,

Ata’da rektörken emekli Sadi[3],
Dile kolay kırk yıl didindi Sadi,

Dobralığı ile bilindi Sadi
Şimdi kim terörist? Sen söyle hadi!


[1] Prof. Dr. Mehmet Sadi Çögenli. http://www.biyografya.com/biyografi/7275
[2] Erzurum’un Yüzleri. Editör Prof. Dr. M. Sadi Çögenli. Atatürk Üniversitesi Yay. https://atauni.edu.tr/ataturk-universitesi-tarafindan-hazirlanan-erzurumun-yuzleri-serisine-yedi-yeni-kitap-eklendi
[3] Hürriyet Gazetesi 22.01.2016. Sadi Hoca Emekli Oldu. http://www.hurriyet.com.tr/sadi-hoca-emekli-oldu-37231566