Rüzgâr gibiydin; geldin geçtin
Sen her zaman barış istedin
Savaşta öldün, biliyorum
Tekrar mülaki olmak için
Ölümsüzlüğü özlüyorum
Her gün ölüyoruz ama farkında değiliz. Ölenle de ölmüyoruz zaten, hayatımıza kaldığımız yerden devam ediyoruz. Biz ölünce de aynısı olacak; insanlar bir süre üzülüp anacaklar, sonra unutacaklar. Haluk kardeşim vefat edeli bir yıl oldu. Ancak, Haluk Hoca gibilerin vefatında bazı farklılıklar var. Onlar sembol kişiler. Bu gibi kişilerin oluşturdukları çekim kuvveti çok güçlü. Uzun süre devam edip etkisini gösterebiliyor. Güneş sistemi oluştuktan sonra gezegenlerin Güneş etrafında dönmesi gibi. Tabii o çekim de bir süre sonra zayıflayıp yok olacak. Belki de sonsuz olan yaratıcının bilinmesi için böyle olması gerekiyor.
Bize düşen, iyi olan hareketleri gücümüz yettiğince devam ettirmek, canlı tutmaktır. Bu açıdan Haluk Hoca’nın mücadelesine iyi bakmak gerekir. O en zor şartlarda zulme ve zalimlere meydan okudu. Korkmadı. Diyeceksiniz ki, belki öleceğini bildiği için korkmadı. Evet, bir hekim olarak ölümün kendisine yakın olduğunu biliyordu. Ancak, ölüm hepimize yakın. Oysa malına-mülküne çökülmüş, hürriyeti kısıtlanmış, haksız damgalanmalara maruz bırakılmış yüzbinlerce insan belki biraz korkularından, biraz da itaat üzere yetişmiş olmalarından dolayı seslerini çıkarıp bir kez olsun “Bana zulmedildi/ediliyor” diyemedi, diyemiyor.
Bu açıdan Haluk Hocanın sembol olan sözleri önemlidir. Haluk Savaş ne demişti? “Memleketimi bırakıp hiçbir yere gitmeyeceğim. Burada bağıra bağıra öleceğim ve herkes bunun sebebinin kimler olduğunu bilecek”. Bağıra bağıra ölmedi hamdolsun. Vefat etmeden birkaç gün önce yanında olan bir arkadaşım huzur içerisinde olduğunu söylemişti. Ölüm döşeğinde dahi zulme karşı mücadele mesajları vermesi ayrıca manidardır. Bunu kimlerin yaptığını herkes bilecek demişti. Eğer şüphesi olan varsa söyleyeyim. Bunu yapanlar özelde tek tek politikacısından amirine ve memuruna, en tepeden en aşağısına kadar bu istibdat döneminin figürleridir. Genel anlamda da 85 milyonun içindeki bütün din ve milliyet tüccarlarıdır.
Haluk Hocayı anlatmak için 5 dakikalık açıklamalar yetmez. Onu tartışan sempozyumlar yapılmalı, belgeseller çekilmeli bence. Cezaevinde yazmaya başladığı hatıralarını bana tashih ettirmişti. Bildiğim kadarıyla yayınlanmadı o hatıralar. Yayınlanmasını dilerim. Tedavisinin bilerek nasıl geciktirildiğini, eski iş arkadaşlarının siyasi çıkarlar uğruna kendisine nasıl düşmanca davrandığını, tıbbi ahlakın kabul edemeyeceği utanmazlıkları yapan meslektaşlarını isimleriyle anlatıyordu o hatıralarda.
Ölümünün yıldönümü vesilesiyle Haluk kardeşimin benim için önemli olan birkaç yönünü paylaşayım:
- O bir dost idi. Son istibdat döneminde gerçek dost sahibi olmanın ne kadar zor ve önemli olduğunu gördük. Hastalığına rağmen başkalarının dertleriyle ilgilenirdi. Kanser olduğunu öğrendiğimde bir arkadaşımla Antep’te ziyaretine gitmiştik. Başarılı ve nam yapmış bir psikiyatri profesörü olarak ekonomik durumu çok iyiydi. Hapsedilmiş ve etiketlenmiş olması hastalarının sayısını azaltmamıştı. Evindeki hal hatır faslı sırasında benim cezaevi sonrasında üniversitelere başvurduğumu ama kabul edilmediğimi, şimdilik evimin balkonunu ofis yaptığımı, orada danışmanlık ve tercüme işleriyle meşgul olduğumu anlattım. Durumuma çok üzüldü ve “Hele bak, bu ülkenin profesörlerine reva gördüğü yaşantıya bak. Bilime ve alime saygı duymayan milletin sonu nasıl olabilir ki...” dedi ve cebindeki bütün parayı çıkarıp zorla benim cebime soktu. “Zekeriya’cığım, burada ne kadar olduğunu bilmiyorum ama bu parayı bana iyilik yapmak için kabul et. Biliyorum, sen kanaatkarsın; ihtiyacın olmayabilir ama benim sana iyilik yapma ihtiyacım var” demişti. Beni ağlatan, unutamadığım bir hatıradır...
- O bir mücadele insanıydı. Mücahit arayanlar onun hayatına baksın. Haluk Hocayı üniversite yıllarından beri tanıyorum. O öğrenciyken de doğru bildiklerini açıkça söylemekten çekinmez ve inandığı konuda sonuna kadar mücadele ederdi. Vefatına kadar da birçok insana ilham kaynağı oldu. KHK platformlarındaki çalışmaları incelenmeye değerdir. Yaydığı enerji güçlü bir çekim alanı oluşturuyordu. KHK platformları Prof. Dr. Haluk Savaş adını bir vefa olarak taşımaya devam ediyor. Bu istibdat dönemi bittiğinde ve Türkiye’ye huzur geldiğinde de adı belgesellere konu olacaktır. Sonraki nesillere örnek olmasını diliyorum.
- O bir insan tutkalıydı. KHK zulmü ile mücadelede her kesimden insanın bir araya gelmesinde onun bakış tarzının etkili olduğunu düşünüyorum. Bir taraftan inancını ve değerlerini korurken diğer taraftan hak arayışında kimseyi ötekileştirmiyor, her düşünceye ve yaşam tarzına saygı duyuyordu. KHK platformlarında gördüğüm bu birlikte yaşama kültürü bana gelecek adına da ümit vermektedir. Gelecekte bir barış toplumu olacaksa ancak bu şekilde başarılı olabilir.
- O bir bilim insanıydı. Alanının en iyilerindendi. Bilirsiniz, genel geçer bir nasihattir: Ne yaptığınız o kadar önemli değil, hoşunuza giden bir işi yapın ama yaptığınız işte en iyi olun. Bilimsel atıf sayılarına bakarsanız bunu siz de teyit edeceksiniz. Ömrünün son yıllarında akademik üretim imkanlarının olmamasına ve vefatının üzerinden bir yıl geçmesine rağmen bilimsel eserlerine yapılan atıf sayısı 6 bine yakındır.
Bir karşılaştırma yapabilesiniz diye söyleyeyim, Boğaziçi Üniversitesi kayyım rektörü Melih Bulu’nun güncel toplam atıf sayısı 800 civarındadır.
İnancıma göre kanserden ölen şehit gibidir. Hele hele tedavi imkanları elinden alınmış, geciktirilmiş, mazlum olarak ölen kişi şehittir. Şehitler ölmez.
Sonuç olarak, Haluk kardeşimin bana zamanında dediği gibi ben de ona seslenmek istiyorum: “Haluk Hocam, seni insanlığın evrensel değerlerine sahip çıkan bir insan olarak tanıdım. Türkiye’de zulme karşı durmak için bütün imkanlarınla çalıştığına şahidim. Şimdi inancının vadettiği cennette olduğunu kuvvetle ümit ediyorum. Yine de kendi manevi ihtiyacımdan dolayı sana her gün dua ediyorum ve etmeye de devam edeceğim. Ölümsüzlüğün olduğu yerde ebedi muhabbetimizin devam etmesini diliyorum. Allah rahmet etsin.”