19 Ekim 2025 Pazar

Bilim zulme karşıdır!



Bilim zulme karşıdır!

https://youtu.be/a1hsACSxYxM


Yüksek lisans çalışmamı tamamladım*. Almanca bir istatistik kursu hazırladım. Projemle gurur duyuyorum. Bununla birlikte projenin içeriği kadar hangi şartlar altında ve kim tarafından yapılmış olmasının da önemli olduğunu düşünüyorum. Yüksek lisans çalışmamı bu gözle değerlendirmenizi dilerim.

Maalesef dünyanın pek çok yerinde sistematik işkenceler, soykırımlar ve insan hakları ihlalleri devam ediyor. Bu ortamda benim yüksek lisans tamamlamam buruk bir sevinçtir. O nedenle bu çalışmamı devrin mazlumlarına adadım. Sadece benim gibi bir darbe senaryosu bahane edilerek yerinden-yurdundan edilenlere, AKP-MHP zulmüne uğrayanlara değil, bütün mazlumlara. Filistin, Ukrayna, Sincan, Suriye, Afganistan, Myanmar, Hindistan, Pakistan, Tigray, Sudan, Kongo, Nijerya, Yemen, İran, Bosna, Venezuela, Nikaragua ve başka yerlerde. 


Kolaycılık kısayolunun yerine, ahlakın uzun yolunu seçenlere,

Sessiz kalmak daha güvenli olacağı halde sesini yükseltenlere,

Diz çökse kurtulacağı halde dimdik duranlara.


Sürgün, zulüm ya da ölüm pahasına özgürlüğü savunan yürekli kalplere,

Hırsıza suçüstü yaptığı için mahpus tutulan polislere,

Okyanusta kaybolmuş isimli-isimsiz bebeklere,

Savaş enkazı altında can veren masum çocuklara,

Cezaevlerinde büyüyen yavrulara,

Hiç tutulmamış ellere ve hiç gerçekleşmemiş hayallere.


Bu çalışma sizedir;

Teselli olsun diye değil,

Sessiz bir başkaldırı olarak,

Sözcüklerle yazılmış bir anıt,

Çektiklerinizin unutulmayacağına dair bir söz olarak.


Tezimin her sayfası zalimin yüzüne çarpan bir tokat olsun,

Ve her düşünce dayanışmanın bir tohumu…


Elli beş yaşında yüksek lisansa başlamak kolay verilen bir karar ya da kolayca ulaşılabilecek bir başarı değildi. Bu, sadece akılla değil, tüm kalbimle yaptığım bir şeydi. 

Bu işte motivasyonum inancım oldu. “Oku!” diyen inancım. Öğrenmek ve öğretmek, benim için bir yaşam tarzı, dini bir görev, bir inanç meselesi. Hayat boyu öğrenme, benim için kişisel bir slogan değil, hayatımın ritmine yazılmış ilahi bir ferman, son anına kadar takip etmeye istekli olduğum bir görev. Ve ömrümün sonuna yaklaştığım yıllarda daha da hızlı koşmam gerektiğini bildiğim bir maraton...

Bu yüksek lisans, ikinci akademik serüvenimin bir parçası oldu. İlk serüvenim 1999'da heyecanlı bir genç doktor olarak başladı. Zaman içerisinde eğitim, araştırma, hasta bakımı, bölüm başkanlığı ve hatta dekanlık gibi rollerim oldu. Ancak bu akademik serüven bir gün aniden ve acımasızca sona erdirildi.

2016'da, Türkiye'deki sözde darbenin ardından, ülkenin en iyi sağlık üniversitelerinden birindeki görevimden oldum. Ben, korku saçan ve hayatları paramparça eden bir hükümetin, dini ve milliyeti istismar eden bir yapının sayısız kurbanından biriyim. Hapse atıldım. İşsiz kaldım. Bir çiftlikte keçi ve tavuk baktım. Ama maratonun sonu gelmemişti. 2020 yılında Almanya’da hayata yeniden tutundum. 

Dünyanın en iyi üniversitelerinden birinde, Münih Teknik Üniversitesi’nde çalışma imkanı buldum. Şimdi elimden alınan huzur ve refahıma büyük oranda yeniden kavuştuğumu söyleyebilirim. Cennet gibi bir toprak parçasında birbirinden iyi komşular ve iş arkadaşlarımla yeni bir hayat sürüyorum. Bir muayenehanede sağlık hizmeti veriyorum ve üniversitede akademik faaliyetlerime devam ediyorum. Ama yine de içim rahat değil. Öfkem hiç azalmıyor. Çünkü zulüm bütün hızıyla devem ediyor ve benim elimden bir şey gelmiyor.

Çalışmalarımda beni destekleyen herkese minnettarım. Ortak zamanımızdan harcadığım sevgili eşime, bana ta ilk günden kapılarını ve yüreğini açan yazar ve aktivist Dr. Britta Zangen'a, Almanya’daki ilk işverenim ve kahramanım Prof. Antonius Schneider’a, vizyonuna hayran olduğum Prof. Marco Roos'a, zor zamanlarda yanımda olan kardeşim Dr. Raphael Kunisch'e, yorulmak bilmez aktivist Dr. Marc Jamoulle'a, Kral Necaşi'nin mirasını sürdüren Dr. Sentayehu Assefa'ya, yüksek lisans yolunu yürümeme imkan veren Prof. Ulrich Mansmann ve ekibine, çocukluğumdan beri üzerimde emekleri olan Ayşe Akyüz’e, Fatma ve Yahya Aktürk’e, Remzi Özkan’a, Barbara Hartkopf’a ve Deborah Luxton Ulmer’e sonsuz teşekkürler. 

İçimdeki ilim ateşi yanmaya devam ediyor. Arzum, bu çalışmamın yalnızca Almanca konuşan aile hekimlerinin akademik hayatını zenginleştirmekle kalmayıp, aynı zamanda başkaları için de bir pusula görevi görmesidir. Özellikle de adaletsizlik yüzünden yerlerinden edilmiş ama yine de yenilmemiş sayısız göçmen akademisyen, hekim ve hakikatin peşinde koşan insan için… Sesimi duyan herkese çağrım, zulme sessiz kalmamak ve bilgiyle, ilimle zulme karşı dayanışmayı büyütmektir.

*Tezi şu bağlantıdan indirebilirsiniz: https://aile.net/img/dosya/aktuerkzekeriya_mastersthesis.pdf

2 Şubat 2025 Pazar

Kenan Taştan Kardeşim de Ruhunun Ufkuna Yürüdü




Prof. Dr. Kenan Taştan

 

Kenan hocayı inandığı gibi yaşamasıyla tanıdım. İnandığı gibi yaşadı, öyle de dirilecektir. O kimseye boyun eğmezdi, düşüncelerini mertçe söylerdi. Ebedi hayatta komşum olmasını, hoş sohbetlerini dinlemeyi umuyorum. Onun gitmesine üzülen sadece ben değilim. Geride birçok öksüz bıraktı.

2004 yılında Kenan Taştan ile bir Gökçeada seferinde

 

Cennet meyvesi üç kızı öksüz kaldı. Onlara ne kadar düşkün olduğunu biliyorum. Babasız kalmanın acısı büyüktür. Umarım binlerce seveninin babalarının iyiliğine şehadeti acılarını hafifletir.

Danışmanlık verdiği insanlar öksüz kaldı. Konferanslarıyla ve hekimliğiyle binlerce insanın sağlığına ve düşünce dünyasına dokundu. Bana da nasihatleri olmuştu, bazısını tutamadığım. Mesela Erzurum’da yaşadığım haksızlıkları ve 15 Temmuz sonrası hukuksuzlukları unutmamı ve affetmemi önermişti…

Taştan Kişilik Tipi Ölçeği öksüz kaldı. Bugün baktım, şimdiye kadar ölçeği kullanarak 9158 kişi kendini değerlendirmiş. O ölçeği birlikte geliştirmiştik. İnsanların Enegram prensiplerine göre kişiliklerini değerlendirmeleri için harika bir araç.

http://www.aile.net/icerik/akademik-destek/akademik-icerikler

 

Anabilim Dalı öksüz kaldı. Her ne kadar Kenan hoca yıllar önce kendisini akademiye yönlendirdiğimde “Hocam, sizi seviyorum ama o taraklarda bezim yok” demiş olsa da4 akademi ona, o da akademiye yakışıyordu. Çok öğrencinin yetişmesine katkısı oldu. Ömrü vefa etseydi Alanya’da da nice güzel projeler yapacağına inanıyordum.

https://avebis.alanya.edu.tr/home/ProfilGenel?h=1115

 

Web sitesi öksüz kaldı. Kenan hoca insanlarla iletişime önem verirdi. Etkileşim için bütün kanalları açık tutardı. Ona cep telefonundan veya e-posta adresinden her zaman ulaşabilirdiniz. Web sitesi de iletişim araçlarından biriydi. Dilerim o site uzun süre yayın yapmaya devam eder.

http://www.drkenantastan.com/hakkimizda.asp

 

YouTube kanalı öksüz kaldı. Eğitim, ders sunumları ve televizyon programlarından oluşan YouTube kanalı da şimdi hüzünlü. Zira artık yeni videolar yüklenmeyecek…

https://www.youtube.com/@drkenantastan2671

 

Akademik yayınları öksüz kaldı. Kenan hoca konferanslarına özellikle tutkundu. Belki de insanlarla iletişimde olmayı sevdiğindendi. Ben ise anabilim dalı başkanı olarak daha fazla araştırma projesi yapmasını istiyordum (O zamanlar henüz “ata et, ite ot verilmez” prensibini tam kavrayamamış olmalıyım). Bir keresinde şaka yollu “Kenan hocam, filim yapmaktan zaman bulursan biraz da bilim yap” demiştim. Şimdi baktığımda görüyorum ki, hoca ne çok da yayın yapmış. Kesinlikle Türkiye ortalamasının üzerinde!

https://scholar.google.com.tr/citations?user=P_dRMCIAAAAJ&hl=tr

 

Hipnoterapi kursları ve eserleri öksüz kaldı. Prof. Dr. Kenan Taştan’ın belki de en önemli eseri  hipnoterapi ve GETAT alanında bir ilk olan iki cilt ve 1960 sayfalı, 55 yazarın ortak ürünü “Bilinmeyen yönleriyle Hipnoz ve Hipnoterapi” kitabı. Türkiye’de bu alanda şimdiye kadar faaliyet yürütenlerin çoğu tekelci ve bilgiyi kendine saklayan bir prensip benimsemişken, Kenan hoca ortak yaklaşımımız olan “Üret ve Paylaş” düsturunu takip ediyordu. Bu kurslar ve eserler sayesinde Türkiye’de binlerce insan hipnoterapi bilimiyle tanışık hale geldi ve uzmanlaştı.

 

Diğer Öksüzler: Kenan hoca çok yönlü bir insandı. O üç numaralı (Başaran) ve iki numaralı (Yardımsever) tipi bir kişiliğe sahipti. Kişiliğinin gereği çalışkan, ilkeli, anlayışlı, dünyaya umut ve dürüstlük armağan eden, insanlar arasındaki ilişkileri ve bağlantıları öncelikli tutan, yardımsever ve samimi bir insandı. Onun gidişiyle hızlı okuma kurslarından, aile terapisi eğitimlerine, köşe yazılarına, tiyatro oyunlarına, kitaplarına ve başka faaliyetlere kadar birçok proje öksüz kaldı.

Kenan Hoca konferansı sonrasında kitaplarını imzalıyor

 

Kenan kardeşimle ilk tanıştığımız günden beri samimi bir dostluğumuz oldu. Ailecek görüşür ve yardımlaşırdık. Doçentlik dosyamın fotokopilerini dosyalara birlikte tasnif ettiğimiz neşeli akşam çalışmamız tatlı hatıralarımdan birisidir.

Kenan hocayla Edirne’de doçentlik dosyası hazırlıyoruz

 

Son görüşmemiz ise birkaç ay önce Profesör oluşu sonrasında mesajlaşma ile gerçekleşti; hasta muayenesinde olduğum için telefonla konuşamamıştım. Akademik hayatındaki başarılar için bana da pay biçiyor, bir vefa örneği gösteriyordu. Cevaben başarının kendi irade ve çalışmasının sonucu olduğunu söylemiş ve esas benimle çalışmaya katlandığı için ben teşekkür etmiştim. Zira bazen arkadaşlık samimiyetimize güvenerek sınırları aştığım da olmuştu... Akşama telefonlaşalım dedim ama nasip olmadı…

 

Prof. Dr. Kenan Taştan’la en uzun çalışmamız Atatürk Üniversitesi’nde gerçekleşti. Zulüm ve fitne dönemi gelmeden önce eğitim, araştırma ve insan yetiştirme adına örnek alınabilecek bir çalışma geçirdik. O yılların ürünü olarak birçok arkadaşımız yetkin akademisyenler olarak yetişti.

Prof. Dr. Kenan Taştan ve ekip arkadaşlarımızla Erzurum’da

 

Kenan kardeşimle çok hatıram var. Hangisini anayım bilemedim. Asistanlığı döneminde Ziya Baran’ı davet edip hafıza kursu yapmasını mı, Gökçeada’da ziyaretine gideceğimiz gün evine çilingirle girip çamaşır makinesini yanıma almamı mı, birlikte yaptığımız teneke kebabı pikniklerini mi, birlikte tekvando kursuna gidişimizi mi, kongre seyahatlerimizi mi, Erzurum’daki iş arkadaşlığımızı mı… Hepsinin yerine ondan kalan değerli bir sözü aktarayım: “Zekeriya hocam, insanlara kişilik tiplerine uygun muamele etmek lazım, ata et, ite ot vermemek gerekir. İnsanlardan kapasite ve istidatlarına uygun beklentilerde bulunun!”.

 “Keşke…” dediğim bir arkadaşımı daha uğurlayamamanın ağırlığı omuzlarımda. Kenan’ı rahmetle anıyorum ve dilim döndükçe de anacağım. Son zamanlarda ne çok dostumu ve sevdiğimi kaybettim. Keşke Kenan kardeşimle daha etkin zaman geçirseydim. Keşke daha fazla hatıra toplasaydım. Ama artık söyleyeceğim tek söz kaldı: Cennette komşuluk yapmak üzere hoşça kal Kenan! Ebedi hayatta komşum olmanı, hoş sohbetlerini dinlemeyi umuyorum.

5 Ocak 2025 Pazar

In Loving Memory of Dr. Abdulsattar Khan

It is with a heavy heart and teary eyes that I write about Dr. Abdulsattar Khan, my dear friend and colleague, whose life was untimely claimed by a heart attack on December 31, 2024.

I first met Abdulsattar in 2006 in Riyadh, where we both served the Saudi Ministry of Health in the Department of Postgraduate Education in Family Medicine. Those initial days in a new country were made easier by his guidance, stemming from his rich experience in the region, including his impactful role as the department coordinator at the Department of Family and Community Medicine, King Faisal University. His work ethic, deeply rooted in his knowledge of family medicine, public health, and medical education, made him an invaluable asset to our team.

Together, we embarked on the formidable task of developing the Saudi Diploma in Family Medicine—a program we named FAME, aimed at enriching medical graduates with essential family medicine qualifications. From creating the curriculum to engaging in the direct training of its first participants, our combined imprint was indelible, symbolizing our vision for its impact.

After our time in Saudi Arabia, we continued our collaboration at Atatürk University in Turkey, where for three years, Abdulsattar contributed significantly to the education of many Turkish medical students. His teachings there left a lasting impact on a generation of future doctors.

Beyond his professional life, Abdulsattar was a man of profound personal virtues. His humility and respect for all—be it colleagues or the support staff—were lessons in human dignity. His family, a core part of his life, experienced both his love and sacrifices firsthand. Despite his family members being spread across different nations—with his wife teaching in Canada, and his children pursuing their studies in Pakistan and Malaysia—Abdulsattar remained in Saudi Arabia, working tirelessly to support them.

His commitment shone brightest when despite the harsh Saudi heat, he continued his work. Tragically, this summer, he was to witness hisson’s wedding—a celebration he had long anticipated, but which he will now miss.

Abdulsattar was not only a beacon of knowledge but also a repository of wisdom. I recall once, when I publically pointed out an error he had made, he gently reminded me, "Zekeriya, Allah is Sattar, the one who covers faults. Shouldn’t you also cover rather than expose your brother’s mistakes?" This moment has since been etched in my mind, a testament to his graciousness.

As we mourn his passing, his teachings and his friendship continue to inspire those who knew him. In his memory, I pen this short verse:

In the gardens of memory, your whispers bloom,
In the halls of my heart, your laughter resonates.
Though you walk in the realm beyond our reach,
I find solace in the legacy of your deeds.
Farewell, my friend, until we meet where no shadows fall.

In closing, let this memoir serve not only as a tribute but also as a reminder: cherish your loved ones tirelessly, for our time together is precious and often shorter than we hope.

10 Kasım 2024 Pazar

Aranızdaki İyilere Sahip Çıkın; Dilek Ekmekçi'nin Yanında Durun!

 

Dr. Dilek Ekmekçi adında bir akademisyen var(https://twitter.com/dilekmekci). Hukukçu. Üniversite hocası. Kendini istismar edilen genç kızların mücadelesine adamış bir insan. Bilmem tanıyor musunuz? Ben yakın zamanda bilgi sahibi oldum. Tutuklanmış. Anladığım kadarıyla mafyaların, çetelerin, karanlık kişilerin tekerine çomak sokmuş.

 

Bir millet eğitimli bireylerine bu kadar mı yabancı, bu kadar mı düşman olur. Bu kadar mı vurdumduymaz olur. Söylediklerinin, iddialarının içeriğine bakmayıp kime söylediğine bakan, aklı tutulmuş milletvekilleri ve yargıçlar var ne yazık ki. Yapmayın!

 

Dilek Ekmekçi, Türkiye’de insan hakları ve adalet mücadelesinin önemli isimlerinden biri. Hayatı, yurttaki zorluklar ve ailesini bulma çabasıyla dolu dramatik bir hikayeye sahip. Ekmekçi, kız çocuklarının istismara karşı korunması için mücadele ederken, iftira ve kamu görevlisine hakaret suçlamalarıyla karşı karşıya kalmış ve tutuklanmış. Sizin çocuklarınıza sahip çıkmaya çalışırken; bizim çocuklarımıza sahip çıkmaya çalışırken…

 

Dr. Ekmekçi, kız çocuklarını istismardan koruma adına yaptığı çalışmalarla tanınıyor. Maalesef, bu çabaları onu tehlikeli ve güçlü mafyatik gruplarla karşı karşıya getirmiş. Sinan Ateş cinayeti hakkında önemli iddialarda bulundu ve bu cinayetin arkasında büyük bir örgütlenmenin olduğunu öne sürdü. Bu iddialar nedeniyle hedef haline geldi ve sosyal medya paylaşımları üzerinden haksız yere suçlamalarla karşılaştı.

 

Dilek Ekmekçi’nin sadece adil yargılanma hakkı için değil, aynı zamanda kız çocuklarının korunması adına verdiği mücadelenin farkında olmanızı ve bu konuya dikkat çekmenizi istiyorum. Ekmekçi'nin serbest bırakılması ve hakkındaki asılsız suçlamaların düşürülmesi gerektiğine inanıyorum. İnsan haklarına ve adalete olan inancımızla, hepimiz Dilek Ekmekçi’nin yanında durmalı ve sesimizi yükseltmeliyiz.

 

Bu videoyu izleyen herkesi, kız çocuklarının haklarını koruma ve Dilek Ekmekçi’nin iddialarını dikkate alma konusunda daha aktif olmaya davet ediyorum. Adaletin yerini bulması ve gerçek suçluların cezalandırılması için hep birlikte mücadele etmeliyiz. Lütfen kendi toplumunuzdan yetişen iyi insanlara sahip çıkınız. Yoksa hepten ahlaksızların, dolandırıcıların, hırsızların, yalancıların, ikiyüzlülerin eline kalacaksınız!


26 Ekim 2024 Cumartesi

Duam

Allah'ım,

Sen ki yücesin, azizsin; her şeye kadirsin ve rahmet sahibisin. Göklerde ve yerde olan her şeyi işitir, görürsün. Peygamberin Muhammed Mustafa’ya sonsuz salat ve selam olsun. Zayıf sözlerimi yücelt; insanlara ulaşsın diye arz ediyorum. Sözlerimi değerli kıl ki, insanlar dinlesin ve üzerinde düşünsün. Sözüme etki gücü ver, merhametini esirgeme. Kullarının beni duymasını sağla.

Allah’ım, yalnızca Sana yalvarırım; başka sığınacak kimsem yok. Üzüntümü ve hüznümü yalnızca Seninle paylaşırım. İnsanlara derdimi anlatamıyorum, dinleyenler az.

Allah’ım, yüreğimde bir yük, dilimde yalnızca senin duyabileceğin bir dua var. Türkiye'den uzakta, halkımın içindeki sıkıntıları görmek kalbimi kırıyor. Gün geçtikçe derinleşen yaralar içinde, adaletin ve merhametin izini sürenlerin sesini yükseltiyorum.

Ülkemde, bir zamanlar bir arada yaşamanın huzuru içinde olan insanlar, şimdi birbirine yabancı; siyasi, etnik ve dini farklılıklar yüzünden bölünmüş durumdalar. Toplumum, zulüm ve adaletsizlik sarmalında kaybolmuş, akıl ve bilimin ışığından uzaklaşmış gibi görünüyor. 

Milletimin son zamanlarda tamamen dengesizleştiğini, akıl tutulması yaşadığını görüyorum. Zulümde birlik olmuş, savunmasız insanlara yafta yapıştırma yarışına girmişler. Kendilerine sadece faydası olan milyonlarca insana törörist etiketi yapıştırdı, yüzbinlercesini işlerinden etti, hapse attılar. Onlarca anne, yaşlı, hasta ve bebek zulüm görüyor hapislerde. Yapılanların hiçbiri akılla, bilimle, dinle ya da ahlakla açıklanamaz. Adaletsizlik, toplumun ana ilkesi haline gelmiş; bir zalimin ve onun yandaşlarının nefret dolu söylemleriyle uçuruma doğru koşuyorlar.

Hakikati söyleyenleri susturuyor, gazetecileri hapse atıyor, alimlere işkence yapıyor, ölülere dahi hakaret ediyorlar. İlmî sözler dinlenmiyor, yazılanlar okunmuyor. Dedikodular ve münafıkların yalanlarıyla hareket ediyorlar. Halkımın yönünü şaşırdığını, kısa vadeli çıkarlar uğruna zalim yöneticilere destek verip zulme ortak olduklarını görüyorum.

Allah'ım, aralarında bilerek zalimlik yapanlar da vardır. Ama onların çoğu cahil, bilmiyorlar. Onları helak etme, düşünmeleri için mühlet ver. İçlerindeki iyiler için, ya Rab. Allah'ım, geçmiş iyilikler hatırına, gelecekte içlerinden çıkacak muhtemel hayırlı nesiller hatırına, onları helak etme. Hakkı hak olarak görebilmeleri ve ona uymaları için basiret ver.

Allah’ım, halkımın içindeki iyilikten yana olanları kuvvetlendir. Gerçekleri söyleyen, adaleti savunan, zulme başkaldıran yürekleri koru. Onların sesleri, toplumun daha iyi bir geleceğe uyanması için bir ışık olsun.

Adaletsizliğe uğrayan herkese, her yaştan, her inançtan ve her kökenden olanlara merhamet et. Onlara sabır ve güç ver. Mazlumlara yapılan zulmü sona erdir ve onlara adaletin serinliğini göster.

Allah'ım, ömrümü ilimle, araştırma ve öğrenmeyle geçirdim ama halkım beni ve benim gibileri dinlemiyor. Sana sığınıyor, sadece Senden yardım istiyorum. Eğer bu toplumu helak edeceksen, içlerindeki masumları ayır. Onlar, bütün zorluklara rağmen, tebliğlerine devam ediyor; dışlanmayı, horlanmayı, hakareti ve işkenceyi göze alarak... Senin merhametini biliyorum, halkımın içindeki mazlumlara merhamet et, onlara daha fazla eziyet edilmesine izin verme.

Mülk Senin, her şey Senin kontrolünde. Senden başka sığınacak yok, Senden gelen her şeye razıyım. Beni bağışla, hidayet üzere adımlarımı sabit kıl. Peygamberin Muhammed Mustafa’ya sonsuz salat ve selam olsun; yalnız Sana kulluk eder, yalnız Senden yardım dilerim.

Amin.

8 Ağustos 2024 Perşembe

Kırık Camlardan Milgram'a İyilik ve Kötülüğün Mücadelesi Devam Ediyor; Sen Ne Yapıyorsun?

İkinci Dünya Savaşı'nın insanlık üzerindeki derin etkileri, 1950'lerden itibaren sosyal psikoloji alanında pek çok deneysel çalışmanın yapılmasına zemin hazırlamıştır. Bu çalışmalar, insan davranışlarının ardında yatan sosyal dinamikleri ve kötülük ile iyiliğin kökenlerini aydınlatmayı amaçlamıştır. Öne çıkan bazı deneyler şunlardır:

 

Bu deneyler, kötülüğün ve barbarlığın toplumlarda nasıl "olağan ve normal" olarak kabul edilebileceğini gözler önüne sermiştir. Kötülük ve iyilik, insan doğasının ayrılmaz parçalarıdır ve genetik yapılarımızda mevcuttur. Ancak hangisinin baskın çıkacağı, bireyin aldığı eğitim, yaşadığı sosyal çevre ve kültürel yapı ile şekillenir.

 

Özellikle Almanya'nın tarihi, bu durumu vurgulayan çarpıcı bir örnektir. Aydınlanma ve Sanayi Devrimi'nin beşiği olan bu ülke, zamanla, faşist bir diktatörün etkisi altında kısa sürede nasıl değişebileceğini göstermiştir.

 

“İnsanlar kendi idarecilerinin yolundadırlar”. Toplum, liderlerin yön verdiği şekli alır. Bu nedenle kanaat önderleri, devlet yöneticileri, aydınlar, gazeteciler ve sanatçıların toplum üzerindeki etkileri büyük sorumluluk taşır.

 

Kötülüğü engellemek için aktif çabalar gereklidir. Toplumda bu tür misyonlara sahip bireylerin desteklenmesi, kötülüğün yayılmasını önlemek için hayati önem taşır. Kendimize sormalıyız: Ben kötülük ve iyiliğin mücadelesinde ne yapıyorum ve nerede duruyorum?

 

*Beşirli hocama bu yazı için verdiği ilhamdan dolayı teşekkür ederim.

8 Mart 2024 Cuma

“Orient”e Oryente Olmak


 “Orient”e Oryente Olmak*:

Hekimler normal nörolojik durumu “şuur açık, oryente” diye tanımlar. Fakat, çevrenin, olan bitenin, hakikatin, gerçeğin farkında olmak anlamındaki “oryantasyon” kelimesinin Orient'ten (Doğu) geldiğini atlarız sıklıkla. Bir zamanlar “farkındalık” ve “hakikat bilgisi”, “Doğu’yu bilmek”ten geçermiş ve böyle anlatılırmış Batı’da.

Loreena McKennitt’in “Marco Polo” adlı müziğini dinlerken Batı’dan, Doğu’nun şimdilerde nasıl göründüğünü düşündüm: Biraz mistik, biraz gizemli, biraz oynak ve kıvrak, biraz vahşi ve bedevi, biraz iptidai ve fakir vs... 19. yy’ın oryantalizm perspektifi bu; halen de hakim bakış açısı bu maalesef. Doğu’nun da böyle olmadığını söyleyememek ise daha bir acı. Bunların üzerine, bir de “potansiyel terörist” olarak da tanımlanmak ise çok daha büyük bir acı.

Peki, Marco Polo’nun “Orient”i öyle mi idi acaba? Yoksa ışığın doğduğu yer mi idi? Ya da dünyanın ve eşyanın künhüne vakıf (oryente) olmak için bilinmesi, görülmesi gereken bir referans nokta mı idi Doğu? Evet, öyle idi. Doğuyu bilmek, “oryente” olmak ile eş anlamlı idi, o zamanlar.

Taa ötelerde bir yerde, zengin ve uygar bir dünya idi Doğu. Masalımsı, keşfedilesi ve mutlaka elde edilesi bir dünya! Bu nedenle 11.-12.yy’da Haçlı Seferleri düzenlenmişti Doğu’yu ele geçirmek üzere; “din” bahanesi ile... Marco Polo da 13. yy'da ticaret için keşfe çıkmıştı bu zengin ve masalımsı ma'mur dünyayı. Neler anlatmaz ki: altın, gümüş ve her türlü değerli taşlar ile süslü devasa saraylar, 6.000 kişilik yemek salonları, dünyanın her tarafından her türlü ağaç, süs ve meyve bitkisinin olduğu bahçeler, geyik, ceylan, sincap vs. çeşit çeşit hayvanların bulunduğu saray bahçeleri, dilenci, haydut, hırsız olmaması, fakir çocuklara bakılması, işsizlere iş bulunması, her yerde zengin bir ticaret hayatının varlığı, en az 200 bin at ve en az 10 bin postacının hizmet verdiği devasa bir posta sistemi, her yerde mükemmel bir yönetim-organizasyon kurgusu, yabancılara dost canlısı olunması vs., vs...

Efsanevi zenginliğin ve güzelliklerin olduğu, bilinmez diyarlardan oluşan bu Doğu, dünyayı bilen (oryente) olmanın yolunun onu bilmekten geçtiği bir yerdi batılılarca. Böyle idi yüzyıllarca...

Şimdiki halimize bakıp, M. Akif Ersoy gibi derim ben de; güzel bir müziğin vermesi gereken keyif yerine, içimdeki tarifsiz acılar ile... “Bir, neyiz? Seyreyle artık; bir de fikr et, neymişiz?”

(*)
Orient: Doğu
Oryente olmak: Bilincin açık, kişi, yer, zaman ve duruma yönelik farkındalık olması.

Not: “Işık Doğudan Gelir” diyen C. Meriç’i de hayırla yad edelim bu vesile ile!

(K. Beşirli'den alındıdır)