"Güzellik geçicidir dayı" demişti bir gün yeğenim bana. "Anneden kızına geçer 😇"
Güzel bir insandan dinlediğim bir olayı paylaşacağım sizinle:
- Anne, sen küçükken zeki miydin?
+ Evettttt
- Peki sonra ne oldu sana ??????
+ :))
Yukardaki cümleler, oğlum henüz 5 yaşında iken aramızda geçen bir diyaloğa ait :))
Bir kongrede fark ettim ki, tanıdığım, tanımadığım bir çok kişi (etik kurula verildiği için 4 yılda 4 kez doçentliğe başvuran) beni merak etmiş. Hepsi ayrı ayrı "Peki sonra ne oldu?" diye soruyorlar.
Anlatayım:
Açtığım davayı kazandım (istinaf mahkemesi kararı ile tam olarak kesinleşti). Dört yıl öncesine ait doçentlik belgemi aldım.
Bu sürede başka neler mi oldu ?
- UAK etik ihlal iddiasını (dava sonuçlanmadan önce) üniversiteme bildirdi (bu durumun bir standardı yok).
- UAK makalede ismi geçen kişilerden savunma istedi (bu durumun da bir standardı yok).
- Bunu ihbar olarak kabul eden üniversitem, hakkımda disiplin soruşturması açtı (bu karar da üniversiteye göre değişebiliyor)
- Muhakkik 'Etik ihlal yok' dese dahi 'Koskoca UAK hata mı yapacak?' denilerek disiplin cezası uygun görüldü. Tabii bununla ilgili itirazım ve mücadelem de çok çetin oldu.
- Aynı üniversitede başarılı bir akademisyen olarak çalışan eşim ve benim için artık üniversite ve şehir devam edilemeyecek bir hal aldı.
- Arkamıza bakmadan, vedalaşmadan şehri terk ettik. Öyle ki, eşyalarımızı bile başkaları topladı.
- Eşim özel bir hastaneye geçti. Ben ise işsiz kaldım.
- Depresyon en sevimli haliyle dolaşıp durdu etrafımda. Uzmanlık derneğimizin tüm çalışma gruplarından ayrılmak zorunda kaldım.
Ama merak etmeyin, şimdilerde daha iyiyim, bir ilçede çalışıyorum ve yeni bir üniversiteye başlamanın heyecanını yaşıyorum.
Evet kısaca böyle...
O küçük oğlum büyüdü. Şu an üniversiteye gidiyor.
Zekasını belki ama kararlılığını ve sabrını asla sorgulamayacağı güçlü bir anneye sahip olduğunun farkında :))
Kongrede başka bir şey daha oldu:
Bütün oturumlarda (tamamen tesadüf sonucu) yan yana oturduğumuz kişinin beni etik kurula veren hoca olduğunu anlamamız her ikimiz için de çok şaşırtıcı idi. Sonrasında beraber sohbet edip, çay içtik. Aynı oturumları, aynı konuşmacıları takip etmemiz tek ortak yönümüz değildi. Anladım ki, o da yaşananlardan en az benim kadar üzgündü...
Bu dönemde bir şekilde bana ulaşan etik isnat ve savunmaları okuyup yardımcı olmaya çalıştım. Gerçekten jüri üyesinin haklı olduğu durumlar olduğu gibi, hiç bir etik ihlal ile ilişkilendiremediğim suçlamalar çok büyük çoğunluğu oluşturuyordu.
Örneğin:
Aynı zamanda hukuk okumuş cerrahi branş doçent adayına jüri üyesi 'Kişinin avukatlık yapacağı öngörülerek bu cerrahi alanda doçent olmasının kamu yararı yaratmayacağı kanaatindeyim' şeklinde etik ihlal suçlamasında bulunmuştu.
Yani bu konuda iki kere iki her zaman dört etmiyordu.
Belki zaman geçtikçe iklim gibi etik kavramlar da değişiyordur...
Belki daha şeffaf bir uygulama ile tek kişilik yaşanan bu ayıba(!) bir standart getirilebiliriz.
Belki 'Bilimsel araştırma yöntemleri ve etik ihlalleri' ders olarak anlatan akademisyenlerin bu konuda önderlik etmesi gerekiyordur...
Ne dersiniz?
Not: Güzel kalpli arkadaşım EÇ'yi affediciliğinden ve çözüm arayan yaklaşımından dolayı tebrik ediyorum. Ben bana yapılan haksızlıklara onun kadar bağışlayıcı yaklaşamıyorum. Akademinin iyi hikayeleri de vardır mutlaka ama ben bu sıralar üzücü olanları duyuyorum maalesef...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder