20 Şubat 2023 Pazartesi

Benzemezlikteki Benzerlik

https://www.canstockphoto.com/similarity-and-dissimilarity-0524072.html

Teolog ile felsefeci veya pozitif bilimcinin/fencinin temel benzemezlikleri içindeki birçok benzerlikleri çok çarpıcı bir husustur. 

 

Ve aslında her iki taraf da anlam arayışındadır: Varoluş nedir? Akan zamanın içinde nereden geliyor, nereye gidiyor? Niçin ve nasıl oluyor olan her şey? Vesaire, vesaire...

Felsefeciler ve fenciler seküler alanda çalışırken, ilahiyatçılar dini ilimlerle ilgilenmektedir. İş tanımı farklılığıdır bu: İlahiyatçı vahiyden (Kur’an ve Sünnet) Tanrı’nın maksadının ne olduğunu ve nasıl anlarım?'ı araştırıyor. Felsefeci ve fenci ise (inançlı ya da değil) seküler verilerden bunu (yani evrene yerleştirilmiş anlamı) anlamaya çalışıyor. Aslında her iki taraf da ilahi bilgiyi anlama ve anlamlandırma çabasında...

Buldukları ve çıkarımları şu kadar doğru, bu kadar yanlış olabilir. Her iki tarafın da bulduğu ya da bulduğunu zannettiği anlam zaten ilahi bilgi kaynağından çıkarım yapılmış beşeri bilgidir. Tartışılabilir, yanlışlanabilir ve değişebilir şüphesiz. Sabit olanlar ise, işte orada hep durup duran ve her ikisi de ilahi bilgi kaynağı olan, seküler bir bilgi seti olarak Doğa ve teolojik bir bilgi koleksiyonu olarak Kur’an'dır.

Pozitivist düşüncenin sorunu, bir ilahiyatçıya göre, aslında bir ilahi bilgi kaynağı olarak doğayı etüt etmeyi (seküler alanı) yüceltirken, Kur’an ve Sünnet’in yani diğer bir ilahi bilgi kaynağı olan vahyin ilgilenilmeye değer olmadığı ön kabulüdür. Bu bir kişisel inanç tercihidir sadece. Pozitivistin kendi özel kabulüdür. Herhangi biri, her iki bilgi seti (vahiy ve doğa) ile birden ya da sadece herhangi biri ile ilgilenebilir şüphesiz. İnanç ya da uzmanlıkla ilgili kişisel bir tutumdur bu.

Sadece doğa ile ilgilenen bir pozitivistten farklı olarak, bir Mü’min için seküler bilgi alanı olan doğa nasıl Allah’ın ayetleri ise, Kuran ve Sünnet (vahiy) de aynen öyledir. Bu farklı ilgi alanları ile ilgileniyor olmak, farklı uzmanlık alanları oluşturur sadece.

İlahiyatçı biri, doğayı gerçek veri olarak kabul eden bir bilim insanı gibi Kur’an ve Sünnet’i gerçek veri kabul ederek yola çıkar. Tartışmalar, ihtilaflar, yanlışlamalar vs. ise bu yolculuktaki anlam arayışı sürecinin detayında olur. Bu felsefeci için de böyledir, fenci için de...

Her iki grup bilim adamları bir tez (ve belki de inanç) sahibi olmanın doğası gereği hem sorgular hem de savunma yaparlar. Şöyle ki: İkisi de savunma yapar: biri evreni Tanrısız izah etmeyi savunur, diğeri Tanrılı ve vahiy ile... İkisi de sorgular: biri aklın doğadan elde ettiği seküler verileri sorgular, diğeri Kur’an ve Sünnet’ten elde ettiği teolojik verileri sorgular.

Zaten her iki alan da sırlı ve gizemli ilahi bilgiyi içeren, etüt edilesi ilahi ayetlerdir İslam inancına göre. Etüt etmek de akıl ile olur. Hem doğayı hem de vahyi irdeleyen aynı alet akıl değil midir? Her iki bilgi kaynağına dair yaptığımız çıkarım ve anlamlandırmalar akıl marifeti ile yapılmakta değil midir? Kişinin Tanrısız/vahiysiz bir anlamlandırma çabası içinde olması kişisel tercihidir. Ancak, bunun, eksik yola çıkmaktan kaynaklanan, yanlışlıklar içermesi kaçınılmazdır.

Çünkü, doğru anlamlandırmanın yolu bütüncül yaklaşımdan geçer. Vahiy de aklın ilgi alanına giren tüm seküler alanlar da bir ilahi veri seti, bir ilahi bilgi kaynağıdır. Akıl onları benzer şekilde etüt eder, doğru-yanlış-eksik (ama mutlaka zaman içinde değişecek şekilde) anlamlandırır. Müslüman inancına göre, evreni ve varoluşu doğru anlamlandırmak için vahye ihtiyaç vardır. İnanmayanlar için böyle bir ihtiyaç olmaması anlaşılır bir şey olmakla birlikte, hakikatin tek katmanını etüt etmenin neden olduğu eksikliğin yanlışlığı ile sonuçlanır bu tutum.

Doğaya dayalı bütün bilim dalları ispat edilmeksizin doğru olduğu kabul edilen aksiyomları/belitleri esas alarak yola çıkarlar. Ve bütün bilimler bunlar -bu inançlar(!)- üzerine oturur. Vahye dayalı bütün teolojik bilim dallarında da bu böyledir.

Pozitif bilimler için de hal böyle iken, yani iman edilen belitler üzerinden yola çıkmada teolojik bilimlere benzer iken, pozitivist yaklaşım, dinî yaklaşımı akıldan daha çok iman/inanç temelli olduğu üzerinden eleştirir. Evet, bir dindar, aklın asli fonksiyonunun iman etmek olduğuna iman etmiştir. Ancak her iki tarafın da işi, iman ettiklerini (doğa ve/veya Kur’an) akıl ile etüt etmektir. Bir araç olarak akıl, her iki taraf için aynı önem ve ağırlıktadır; olmazsa olmazdır. Sadece, incelenmek, akıl edilmek üzere masaya konan etüt edilesi şeyler farklıdır.

Ortadoğu’da hem fenci/felsefeci doğayı (tekvini ayetleri), hem de teolog Kur’an ve Sünnet’i (teşri ayetleri) okuma becerisini ve akıl yürütüp çıkarımda (istidlal ve istinbatta) bulunma becerisini yitirmeleri aşikar gerçeğinin en temel nedeni ise iki taraf için de metodoloji sorunudur. Bu da benzemezlikteki benzerliklerin en çarpıcı olanıdır. 

(Arkadaşım KB)

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder